1 Haziran 2018 Cuma

1. PEREC’İN REHBERLİĞİNDE, SCARPA’NIN VE PEHLİVANİDİS’İN İZİNDE ATATÜRK CADDESİ-“DİKKATE DEĞER OLAN ŞEYLERİ GÖRMEYİ BİLİYOR MUYUZ??”

Olgunlaştıkça, romanlardan biraz uzaklaşmaya başladım… araştırma, gezi, sosyoloji kitaplarını daha çok seviyorum…

Hani şu hiç "e" harfi kullanmadan koskoca bir kitap yazan ve Paris şehrini tüketen😊 George Perec’i sevdiğimi yazmıştım daha önce... Perec, mekanı feşmekan anlattığı kitabında “… ben bir şehir insanıyım… şehirlerde doğdum, büyüdüm ve yaşadım… şehre aitim… şehirde evimdeyim…” diyor ve “benim şehrim” olarak kendince Paris’i tarif ediyor…
Benim de Paris’im, kendimi evimde hissettiğim şehir tabii ki Antalya😊 onun Paris’te gezindiği gibi ben de, araba kullanmadan yürüyorum şehrin caddelerinde, sokaklarında… boş kaldıkça, internetten, oradan buradan bulduğum eski fotoğraflarına bakıyorum bilgisayarda, tablette…

Tablette bakmasını daha çok seviyorum… çünkü, netliği olanak verdikçe, fotoğrafları yakınlaştırıp, detaylardaki sırları, hikayeleri görebiliyor, yürüdüğüm, gezdiğim mekanları, geçmişiyle kıyaslayabiliyorum… ama fotoğraflar, eski ve çoğunlukla orijinal olmadığından, düşük çözünürlükleri nedeniyle, tarihleri, insan yüzlerini seçemiyorum bakarken😊

Atatürk caddesine ait, 1930’lu yılların ortalarına ait olduğunu tahmin ettiğim ve daha önce görmeme rağmen, içindeki hikayeyi yeni fark ettiğim fotoğrafı da böylelikle keşfettim…
Daha önceleri, bu fotoğrafa hep, Atatürk caddesi çevresindeki evler, ortasındaki su kanalı ve Antalya Lisesi binaları olarak bakıyordum… ama lisenin yanındaki evlerden birisinin kapısının yarı açık ve bacağının birini dışarı uzatmış, Üçkapılar'ın olduğu tarafa bakan çocuğu, fotoğrafı yaklaştırınca fark ettim ve çok heyecanlandım… kim bilir kimdi bu çocuk??? 
 
 
Bu kadar dikkatli baktığı yerde, yolun lise tarafındaki kısmında yürüyen, sohbet eden insanlar nereden gelip, nereye gidiyordu?? Karşı taraf da yol çalışması mı vardı?? 
  
 
Çocuğun eşiğinde oturduğu bina onun evi miydi?? Kapı üzerinde asılı olan ve her türlü yöntemi denememe rağmen çözemediğim, ama bir kadının betimlendiği resim bir reklam afişi miydi?? Yoksa, çocuğun oturduğu binanın üst katı ev, alt katı dükkan mıydı?? dükkan ise ne dükkanıydı???
     
Bu bina ile Lisenin arasında yer alan binanın cumbasından çıkan bayrak direğine ve kapı üzerindeki, yine okuyamadığım afişe bakıldığında bu bina liseye mi aitti?? Resmi kurumlardan birisi miydi?? Öyleyse hangisiydi??
    
Yani, neredeyse her gün kullandığım bu caddede, geçmişe ait fark etmediğim, bir sürü merak uyandıran soru?? Cevapları bulundukça belki bütünü oluşturacak parçalar…

“Dikkate değer olan şeyleri görmeyi biliyor muyuz?? Hayır bilmiyoruz!..” diyordu Perec… Evet bilmiyordum… bu sokağın tarihini??, niçin yapıldığını???, neye yaradığını???, insanları, arabaları, işyerlerini, dükkanları, kafeleri, hikayeleri... bilmiyordum gerçekten…

O kadar bildiğimi sandığım, ama bilmediğim cevaplar neredeydi peki?? bulmalıydım onları… en azından bulabildiğimi... belki de çoktan bulunmuştu cevapları, birileri yazmıştı bir yerlerde... ama benim cevaplarım, benim yazacağım hikayede olmalıydı... bana göre...

Perec gibi, şehrin bir parçasını, Atatürk caddesini deşifre etmeliydim bende...

Nasıl yapacağımı az çok Doğu Garajından biliyordum… Scarpa yine bana yol gösterebilirdi… hava fotoğrafları da vardı… biraz halihazır harita da… onlara ilave olarak, Atatürk caddesinde bir de Pehlivanidis rehberlik yapacaktı bana… Çünkü o, mübadeleden önceki Antalya’yı anlatmıştı kitabında… ama bunun için yunanca bilmem gerekiyordu… Bunun da çözümü sevgili Işılay ve onun hiç tanışmadığım Yunanlı arkadaşı Leo olabilirdi😊 İtalyanların işgal döneminde yazdığı bir şeyler varsa ve ben de bir şeyler bulursam Michele yardımıma koşardı… İtalyandı, ne de olsa😊Eski Osmanlıca yazılarda da ihtiyaç duyarsam eğer Üniversiteden Mahmut Demir her zaman yardım edeceğini söylüyordu😊

Antalya ile ilgili şeriyye sicilleri ve yüksek lisans, doktora tezleri… kitaplar... makaleler… gazeteler… dergiler de benim işimdi… Keşfe hazırdım o zaman😊

Atatürk Caddesi, Dönerciler çarşısı köşesinden başlayarak Kaleiçi eski yerleşimini çevreleyerek Yenikapı’da, eski Halkevi-Büyükşehir Belediyesi binasının da yer aldığı, Antalya’nın kent müzesine konu olacak, kentin ilk parkı olan Karaalioğlu Parkının miradorunda Akdeniz ve Beydağlarıyla buluşuyor…
Antalya kent merkezinin yoğun kullanıldığı yaya akslarından birisi olan cadde, her daim cıvıl cıvıl... Kaleiçi yerleşimine ulaşımı sağlayan giriş-çıkış noktaları, Hadrianus (Üçkapılar) Kapısı, Dönerciler Çarşısı, Karakaş Camisi, Vakıf İşhanı, Antalya Lisesi, Yenikapı (Gavur) Hamamı, Yenikapı, Tramvay Aksı, birçok cafe, mağaza gibi kent belleğinde yer etmiş imgeler, hep bu cadde üzerinde… 
Yine antik Attalia/Adalia kentinin en önemli imgelerinden olan dış surların ayakta kalabilenlerini ve su kanalını bu caddede görmek mümkün…
Cadde üzerinde yer alan bu kent imgelerinden bazıları 1934 tarihli Antalya haritasında da numaralandırılmış...
Antalya kentinin ilk yerleşim alanı Kaleiçi… kentte, ağırlıklı olarak Müslüman ve Rum, biraz da Ermeni nüfus yaşıyormuş...

Tüm Osmanlı kentleri gibi Antalya kent merkezi de kozmopolitmiş o dönemler... Rumlar, Ermeniler, Museviler, Müslüman halk ile birlikte herhangi bir sorun yaşamadan hayatlarını sürdürüyorlarmış…
Rumlar ve Ermeniler ağırlıklı olarak Balıkpazarı burcundan geçen iç sur hattının doğusunda; Müslümanlar batısında yoğunlaşmışlar… Müslümanların yaşadığı kesimde Rumlar oturmazken, Rumların yaşadığı mahallelerde, Müslüman evleri de yer alıyormuş... Müslümanların, Devlet erkanının Cuma namazlarını kıldığı, Korkut Camii (Cumanun Camii/Kesik Minare) de, Rumların mahallesinde konumlandırılmış...
Osmanlı hakimiyetinden sonra oluşan güvenlik ortamı içinde, sur içindeki nüfus 15. yüzyıl sonlarından itibaren sur dışına taşınmaya başlamış… ilk ayrılan nüfus Müslümanlar olmuş ve surun dışında Kalekapısı çevresine doğru yayılmışlar…
Rum nüfus ise 1800’lerin sonlarına kadar surun içerisinde, kapalı yaşamaya devam etmiş ama nüfusun artması ve sur içindeki mahallelere artık sığmaması nedeniyle, 1800’lerin sonlarına doğru surun dışında Rumlar için yeni yerleşim alanlarına ihtiyaç duyulmuş... Bu süreçte kentte kolera salgını da hakimmiş ve sur dışında, Yenikapı da, bugün Atatürk caddesinin sınırlandırdığı Haşimişcan olarak bilinen, o dönem Rabetiye (Rağbetiye), daha sonra Yeni olarak adlandırılan çevrede bir Rum Mahallesi oluşmaya başlamış…
16 ağustos 1895 tarihinde sur içinde Rumların yaşadığı kısımda çıkan bir yangın yaklaşık 500 ev, Rum Kız Mektebi, Metropolitlik binası, kiliselerin yanmasına neden olmuş ve binlerce kişi evsiz kalmış... yangında ayrıca Cumanun Camii ve minaresinin külah kısmı da yanmış… caminin kalıntıları günümüze kesik minaresiyle birlikte ancak taşınabilmiş...
1800’lerin başlarına ait bir Antalya haritasında, Surlar ayakta ve Üçkapılar dahil olmak üzere, Kaleiçi’ne doğudan girişi sağlayan kapılar kapalı durumda... Haritada, Üçkapılar'ın karşısında, Karakaş Camisi ve çevresindeki birkaç yapı dışında, bugünkü Atatürk Caddesi ve Haşimişcan Mahallesi, Yenikapı tamamen boş ve tarla görünmekte iken, 1892 yılından sonraki Şeriyye sicillerinde Rabetiye Mahallesi, Antalya mahalleleri içerisinde yerini almaya başlamış… yangın sonrasında bu mahallenin gelişimi de hızlanmış...
Böylelikle, Kaleiçi’nde, iç surun güneyi ve dış surun Karakaş Camisine kadar olan doğu kesimi, kiliseleri, hamamı, okullarıyla Rumların çoğunlukta bulunduğu, Ermenilerin ve nadir de olsa Müslümanların yaşadığı bir bölge haline gelmiş…
Scarpa tarafından hazırlanan 1920 tarihli haritalarda, doğusundaki Rabetiye Mahallesi ile birlikte bugün Atatürk Caddesi adıyla anılan cadde belirgin olarak gösteriliyor...
Scarpa, haritasında Atatürk caddesini, çevresiyle birlikte gösterse de, bana caddeyi ev ev anlatan kişi Pehlivanidis’di…

Yorgo Pehlivanidis, Antalya’da doğmuş, yaşamış ve mübadele sonrası 1922 yılında Antalya’dan ayrılmış... buna rağmen kalbinden, zihninden Antalya’yı çıkaramamış… 1961 yılında ailesiyle birlikte Antalya’ya tekrar gelmiş ve 1989 yılında, mübadeleden önceki Antalya’yı hatırladığı kadarıyla anlattığı, “Antalya ve Antalyalılar” adıyla  iki ciltten oluşan bir kitap yayınlamış…
Bu kitapta, Pehlivanidis, kentle ilgili, mahallesiyle ilgili hatırladıklarını anlatırken, Apostolos K. Barbaoğlu’nun çizimleriyle bu anlatımları desteklemiş…

Pehlivanidis’in 1920 yılında Antalya kent merkezinde yaptığı hayali bir gezintiyle bir bütün olan çizimlerden birinde kent merkezi genel hatlarıyla anlatılıyor...
Diğer bir çizim de ise, aynı dönemde Rumların,  yani yazarın kendi ailesinin ve çevresinin yaşadığı Kaleiçi’nin güney kısmı ve Atatürk Caddesi ile Rağbetiye Mahallesi, Yenikapı gösteriliyor... Pehlivanidis, kendi mahallesindeki her bir yapıyı bu çizim üzerinde numaralandırtıp, sahibini ve fonksiyonunu metin olarak anlatmış kitabında…
Bu çizimin, bu kadar detayda Atatürk Caddesi çevresini içeriyor olması, benim için Scarpa haritalarının üzerine geçen bir durumdu…

Her ne kadar Yunanca bilmesem de, koca yol, kuyu önü, Yenikapı gibi belli kelimeleri harita üzerinden çıkarabiliyordum ama haritadaki numaralarla metni karşılaştırabilmem, bilmediğim kelimeleri çözümleyebilmem için Işılay’ın ve arkadaşı Leo’nun yardımına ihtiyacım vardı ve o yardım gecikmeden geldi… isimlerin yazıldığı bu haritayı, artık Türkçe ve kendime göre düzenlemek kalmıştı😊
2. BÖLÜM... PEREC’İN REHBERLİĞİNDE, SCARPA’NIN VE PEHLİVANİDİS’İN İZİNDE ATATÜRK CADDESİ-“CUMHURİYETİN KURUCUSUNUN ADINI ALAN CADDE”

2. PEREC’İN REHBERLİĞİNDE, SCARPA’NIN VE PEHLİVANİDİS’İN İZİNDE ATATÜRK CADDESİ-“CUMHURİYETİN KURUCUSUNUN ADINI ALAN CADDE”

Perec, şehrin etrafında surların yükseldiğini, bulvar denilen şeyin aslen, genellikle eski surların bulunduğu arazide tertip edilmiş olan, şehrin etrafını dolanan ve iki tarafında ağaçların sıralandığı bir yürüyüş yolu olduğunu akıldan çıkartmamak gerektiğini söylüyor ve sanki Kaleiçi’ni çevreleyen Atatürk Caddesini tarif ediyor😊
Pehlivanidis ile birlikte Atatürk caddesini gezmeye, onun gelişimini izlemeye başlamadan önce caddenin isim geçmişine ve oluşumuna bakmakta yarar var aslında…

Cadde, 1800’lerin sonunda Rumların sur dışında yerleşmeye başladığı Rağbetiye Mahallesi ve Yenikapı’yla birlikte oluşmaya başlıyor…
Hadrianus kapısından başlayarak, sur hattı ile içinden düden suyunun aktığı hendek boyunca devam eden ve Kalenin dışına taşan şehirle, kaleyi ayıran caddeye ilk yapıldığında uzunluğu 500 metreyi geçmemesine karşın, dönemin kentteki en uzun yolu olması nedeniyle “uzun yada koca yol” denilmiş… sonra Yenikapı semtinin adını alarak “Yenikapı Caddesi” adıyla anılmış…
1910’lu yıllarda Antalya’nın durumu hakkında bilgi veren salnamelerde, Yenikapı Caddesinden, yeni kurulan cadde diye bahsediliyor ve eski sokakların aksine düz ve geniş olduğu belirtiliyor...
Atatürk’ün 8 şubat 1931 tarihinde Antalya’ya gelişinde, Yenikapı (Atatürk) caddesinden Karaalioğlu-Gazi parkına giderken, Antalya milletvekili Rasih Kaplan, Atatürk’ten geçtikleri caddeye isminin verilmesi müsaadesini istemiş… Atatürk de kabul etmiş… o dönem henüz soyadı kanunu çıkmadığından cadde, 14.02.1931 tarihli belediye meclisi kararıyla parkın sonuna kadar Gazi Bulvarı, park da Gazi Parkı adını almış...
    
1934 yılı kasım ayında, Mustafa Kemal’e Atatürk soyadı verilince ve 1935 yılında soyadı kanunu uygulaması başlayınca, Gazi caddesinin adı yavaş yavaş Atatürk caddesine dönüşmüş...

Bu dönüşüm öyle hemen olmamış tabii ki... eski gazetelerde yer alan haberlerde, ilanlarda caddenin adı farklı farklı kullanılmış... mesela soyadı kanunundan sonra, 3 ekim 1935 tarihli gazetede caddeden, "Gazi Mustafa Kemal Caddesi" olarak bahsedilirken, 12 aralık 1935 tarihli gazetede caddenin adı "Atatürk Caddesi" olarak geçmiş... 
Ortasındaki kanalıyla birlikte Atatürk caddesinin bugünkü görünümüne kavuşması çalışmalarının hep Haşim İşcan’ın Vali olmasıyla birlikte başladığını biliyordum… Oysa araştırmaya başlayınca bunun daha da eskilere dayandığını gördüm…

1800’lerin sonundan itibaren var olan caddede düzenlemeler, Cumhuriyet’in ilanından sonra, 1934 yılında Lütfü Gökçeoğlu’nun belediye başkanlığıyla birlikte başlamış...
3 ekim 1935 tarihli Antalya gazetesinde, Gazi Mustafa Kemal Caddesinin genişletilmesi için istimlak işlemlerine başlandığı, cadde boyunca her evin önünü genişletmek için ikişer buçuk metre genişliğinde ve ön kısmı boyunca Belediyece yer verileceği, bu suretle caddenin süslenmesinin el birliğiyle başarılacağı yazıyor…

Atatürk caddesinin başlangıcından itibaren düzenlendiği ve ağaçlandırılmaya başlandığı da, aynı yılın sonlarında haber olmuş… “caddenin genişletme, düzenleme, istimlak çalışmalarının yapılması ve kaldırımlanması işi”  de 5 yıllık çalışma programında yer almış…

1936 yılının başlarında, cadde cephesinde istimlakler tamamlanmış, yıkma ve genişletme işlerine başlanmış…
1939 yılına kadar süren çalışmalar kendini göstermeye, caddenin uzun zamandır süren çirkin manzarası kaybolmaya başlamış… “..ortasından şütlerle su geçen yepyeni stilde su bulvarı Antalya’mıza zenginlik katacaktır..” haberleri gazeteye konu olmuş…
Cadde üzerinde yapılan kanala su, Cumhuriyetin 16. yıldönümü olan 29 ekim 1939 tarihinde verilmiş… kasım sonunda da yol tamiri halk pazarı önüne kadar tamamlanmış…
Suyla birlikte, cadde kentlinin, kentin entelektüellerinin akınına uğramış…1939 yılının sonunda;

“…Bugünkü manzarasıyla çok şirinleşmiş olan caddede gezerken insan, medeni bir caddede yaşadığını hissediyor…”

“…Kente, büyükşehirlerden kopmuş bir parça izlenimini veriyor. Caddenin kenarında, kirli bir kanal, derin bir hendek içerisinde, pis bir şekilde tüm cadde boyunca uzanıyor, yaz mevsiminde karışan lağımlarla birlikte pis kokuyordu ve sivrisinek yuvasıydı. Temiz su, yeni kanala alınmış, eski kanala kanalizasyon hattı verilirken, üzeri kapatılmış…”

“…Güzel, geniş bir tretuvardan sonra, ince kumlu, dümdüz bir cadde.. diğer kısımda da çalışmalar devam ediyor.. ortada, içinde tatlı şırıltılarıyla akan su… sıtmaya iyi geldiğine inanılan okaliptüs ağacı kanalın tam ortasından fışkırmış... yeniliğinden dolayı yadırgadığımız kanallı bu yol, Yenikapı’ya kadar, etrafında iki şerit halinde uzanan tarhların içinde, aralıklı dikilen hurma ağaçlarıyla uzanıp gidiyor…” sözleri sıkça gazetelerde yer almış...
Haşim İşcan’ın Antalya’ya vali olarak atanması ise 4 mart 1940… yani tüm bu çalışmalardan sonra…

Cadde, düzenlendiği 1930’ların sonundan 1997 yılına kadar çift şeritli araç yolu olarak kente hizmet vermiş… ortasından geçen kanal boyunca dikilen hurma ve palmiye ağaçları gökyüzüne yaklaşmış… kanal ortasındaki, çevresindeki kavak ve okaliptüs ağaçları ise kaldırılmış…
1997 yılında çift yönlü araç yolu olarak kullanılan caddenin tek yönü tramvay güzergahıyla birlikte trafiğe kapatılarak yaya yolu olarak düzenlenmiş...
Almanya’dan alınan, 1950-60'lı yıllara ait, MAN/Duewag römorklarından oluşan Tramvay, 28 mart 1999 tarihinde hizmete girmiş ve girdiği dönem, ulaşıma etkisi ve kentin ihtiyacını görmeyen bir güzergah olarak görülmesi nedeniyle Antalyalıların tepkisini çekmiş...
Bugün ise, “nostaljik” adıyla hizmet veren tramvay, yaya aksıyla birlikte caddenin en önemli imgelerinden birisi halinde...
Atatürk Caddesinin zemin kaplamaları, ortasından geçen su kanalı, 2012 yılında Büyükşehir Belediyesince yenilendi ve caddeye, ahşap köprüler, banklarla birlikte çeşitli heykeller yerleştirildi… Caddenin bu yeni düzenlenmiş hali, bir sevgililer gününde Bulutsuzluk Özlemi konseriyle kentliye tanıtıldı… 
Değişen yer kaplamaları ve mobilyalarıyla içinde yaşadığımız cadde yeni mi olmuştu şimdi????
3. BÖLÜM PEREC’İN REHBERLİĞİNDE, SCARPA’NIN VE PEHLİVANİDİS’İN İZİNDE ATATÜRK CADDESİ-“AŞAĞI ÇARŞI, DÖNE DÖNE DÖNERCİLER ÇARŞISI”

3. PEREC’İN REHBERLİĞİNDE, SCARPA’NIN VE PEHLİVANİDİS’İN İZİNDE ATATÜRK CADDESİ-“AŞAĞI ÇARŞI, DÖNE DÖNE DÖNERCİLER ÇARŞISI”

Pehlivanidis’in 1920 yılındaki Antalya kent merkezi gezisinin Atatürk Caddesiyle ilgili kısmı, o dönem Aşağı pazar, bugün ise Dönerciler çarşısı olarak adlandırılan köşeden başlıyor…

Sebzeciler, meyveciler, yoğurtçular, balıkçılar, kasaplar, nalbantlar, birkaç bakkal ve esnafın kullandığı kahvehanenin bulunduğu Aşağı Pazar, o dönem Antalyalısının evlerinin bahçelerinde yetiştirdiği ürünlerine alıcı bulduğu kayaf (kabzımal) haliymiş… 
Pehlivanidis  kale dışı semtleriyle irtibatı sağlayan, halk tarafından fazla kullanılmayan, gösterişsiz Aşağıpazar (Aşapazar) olarak anılan kapıdan bahsediyor…

19 temmuz 1815 tarihli, Antalya kalesinin tamirine dair Teke ve Hamid sancakları mutasarrıfı Mehmet Vahid Paşaya hüküm evrakından olan, surlar ile üzerindeki burçlar ve kapıları gösteren haritada ise tam köşede sebilhane burcu yer alıyor...
Yolun karşısında, bugün Vakıf İşhanı, geçmişte Belediye İşhanı olan binanın yerinde, Karakaş Camisi ve ilerisine kadar geniş bir İslam mezarlığı varmış...
1885 yılında kente gelen Lanckoronski, kentin surların dışında kalan doğu ve kuzeydoğu kısmının, daha yeni, daha açık ve daha hoş olduğunu, burada bol gölgeli, güzel bir mezarlık ve Düdenden beslenen, pek çok kola ayrılan kanalların beslediği bol yeşillikli bahçelerin bulunduğunu anlatmış…

Bu mezarlık ile çevresindeki bahçeler, 1800’lerin başındaki harita ile birlikte Scarpa’nın 1920 tarihli haritasında da görünüyor…
Karakaş Camisine kadar uzanan Çürüklük ve Suzanharik mezarları, hal yapılmak üzere Belediye tarafından 1926 yılında istimlâk edilmiş, ancak modern bir hal binası inşaatı için temel hafriyat çalışmaları hemen değil, 8 yıl sonra, 1934 yılının mart ayında başlayabilmiş…
İnşaat kısa bir sürede, temmuz ayı gibi tamamlanarak hizmete girmiş ama resmi açılış 29 ekim 1934 tarihinde gerçekleştirilmiş… Halk pazarı olarak düşünülen bina genellikle kasap hali fonksiyonuyla kullanılmış… zaman içerisinde de belediyeye ait olan bu dükkanlar satılmış… 
Bina, karşı tarafta, aşağı pazar olarak adlandırılan alanla birlikte, 1950’lere kadar Antalya’nın sebze-meyve-et ihtiyacını karşıladığı nokta olmuş...

1950’li yıllarda, Değirmenönü caddesinde, Yeni halk pazarı binasının hizmete girmesiyle, kasap hali binası yavaş yavaş atıl hale gelmiş… bunun üzerine, yaklaşık 300-350 bin liraya yeniden kamulaştırılmasına karar verilerek 1964 yılının ağustos ayında binanın yıkımına başlanmış…
Antalya'nın eski halihazır harita çalışmaları tam da kasap halinin yıkılıp yerinin düzlendiği bir döneme geldiğinden, bu haritada, hal binasının bulunduğu alan boş olarak gösterilmiş…
İmar planında 7 kat kararı getirilen Hal binasının yerine, kentin ilk pasaj çarşısı olarak Belediye İşhanı adıyla tasarlanan binanın 1965 yılının haziran ayında temeli atılmış… belediye için ciddi bir gelir kaynağı görülen ve kasap haline göre daha yüksek katlı olan bu binanın tamamlanması ise 1960’ların sonunu bulmuş…
Antalya kent merkezinin önemli köşe noktalarından birinde yer alan bina, 1976 yılında Antalya Festivali etkinlikleri kapsamında düzenlenen Plastik Sanatlar Sempozyumunda süslenen şanslı, bir o kadar da şansız binalardan birisiymiş...

Ressam Orhan Taylan, Mitoloji’deki “Prometheus’un İnsanlara Ateşi Getirmesi” efsanesini, Belediye İşhanı’nın duvarına özellikle sağlam olsun diye akrilik boya ile resmetmiş…
12 Eylül 1980 ihtilalinden sonra resimdeki bir figürün bıyığı nedeniyle Stalin’e benzetilmesi üzerine Kenan Evren’in emriyle bu duvar resminin üzeri önce badana ile kapatılmış… akrilik esnek boya olduğu için, ertesi akşam güneş vurunca resmin üstündeki boya dökülmüş… Bir daha boyamışlar, yine dökülmüş… “Resim generale direniyor” diye yerel gazeteler haber yapmış… 
Sonrasında tel fırça ile kazınıp yeniden badana yapılarak  üstüne eski galeri müdürü Esen Emekçil’in bakırdan hazırladığı Atatürk rölyefi ve “Ne Mutlu Türküm Diyene” özdeyişi yerleştirilmiş…
Binanın başına gelen talihsizlik bununla kalmamış… bina, 29 ağustos 2006 tarihinde, saat 16.45’te önüne yerleştirilen bir motosikletin patladığı terör eylemine de tanık olmuş… bu patlamada 3 kişi hayatını kaybetmiş ve bina hasar görmüş…
2009 yılında bina yeniden tadilat geçirmiş ve İşhanının eskiden Belediye birimlerince kullanılan kısımları, Kalekapısında yıkılan Vakıf İşhanına karşılık Vakıflar Bölge Müdürlüğüne verilmiş…
Artık Vakıf İşhanı adıyla anılan binanın üst katlarında Vakıflar Bölge Müdürlüğü hizmet birimleri yer alıyor… alt katlar ise, kuyumcular, döviz büroları, kuaförler, kuyumcu tamircileriyle bir pasaj görünümünde…
Caddeye yerleştirilen heykellerden, parayı bulan Lidyalılara gönderme yapan ve Lidya banktan para çekerek kucağını paralarla dolduran antik dönem yurttaşını tasvir edeni Vakıf İşhanı önünde duruyor…

1950’lerin sonunda yeni halk pazarının açılması, Kasap Hal binasının karşısındaki aşağı pazarı da etkilemiş ve buradaki sebze-meyve satanların taşınmasıyla, mevcut yapılar genelde yeme-içme mekanı olarak kullanılmaya başlamış ama muhasebeci gibi farklı bürolarda bu çarşı içerisinde bir süre faaliyetlerine devam etmiş…
Zaman içerisinde, yeme-içme mekanlarının çoğunluğunun döner üzerine yoğunlaşması, çarşının “dönerciler çarşısı” şeklinde anılmasına neden olmuş…
1990 yılında, Antalya Belediyesince, Antalya’nın çok hızlı büyüyen turistik bir kent oluşu, birçok ekonomik faaliyetin artık turizm için planlanışı, kentte yaşayan kentlilerin kentin merkezinden dışlanıyor olduğunun gözlenmesi nedenleriyle “Kentsel Kimlik” konusu gündeme getirilmiş… Belediye bu sorundan yola çıkarak, bir kentsel tasarım yarışması düzenlemiş ve yarışma şartnamesinde kentlinin kent merkezinde yaşamasını sağlayacak, kente kimlik kazandıracak, aynı zamanda büyük bir turizm kentine hizmet edebilecek bir merkezin tasarlanmasını istemiş…

Yarışmayı Antalya’nın sosyal kimliğini belirleyecek temel verilerden birisinin turizm olduğunu vurgulayan, Baran İDİL, Hasan ÖZBAY ve Tamer BAŞBUĞ tarafından hazırlanan proje kazanmış…

Bu proje kapsamında, Dönerciler Çarşısının bulunduğu kısımda Atatürk Caddesi ile Kalekapısı’nı açık alanlarla birbirine bağlayan arkadlı bir yapı önerilmiş…
Bugün kent içinde çirkin ve kullanılırlığı olmayan, hantal yapıların başında gelen Dönerciler Çarşısı yapısı, yapılan imar planı değişikliğiyle birinci olan kentsel tasarım projesindeki yapı kitlesi yerine yeni bir projenin uygulanması sonucu ortaya çıkmış ve ne yazık ki bu uygulama mevcut durumdan da kötü sonuçlar doğurmuş…
Antalya Dönerciler Çarşısı tabelası, araya bir yere, WC gösterimiyle birlikte yerleştirilen binanın projeyle yapılan üst örtülü kısmı Antalya’nın sıcak yaz ikliminde hava almayan, dolayısıyla kullanılmayan, yola bakan cephelerinde de telefon satıcılarının yerleştiği, kentin eski dönercilerinin bir bir ayrıldığı bir mekân…
Projenin uygulanmadığı diğer kısımla aradaki sokak üzeri 2013 yılında renkli şemsiyelerle örtülüp çarşı, yeme-içme mekanları için cazip hale getirilmeye çalışılsa, hatta fotoğrafları sosyal medyada bol bol yer alıp, “şemsiyeyle gelen bereket” başlıklarıyla haberlere konu da olsa, halkın artık şemsiyeleri kanıksaması, şemsiyelerin hava koşullarında yıpranması ve yenilenmemesi nedenleriyle gelenlerin artık ilgisini çekmiyor… kısa bir süre sağlanan hareketlilik, yine kaybedilmiş durumda…

4. BÖLÜM PEREC’İN REHBERLİĞİNDE, SCARPA’NIN VE PEHLİVANİDİS’İN İZİNDE ATATÜRK CADDESİ-“ADALIA SURLARI GİTMİŞ, VİSBY UNESCO’YA GİRMİŞ”