10 Haziran 2016 Cuma

likya yürümeleri / kaş, kalkan-patara etabı

Likya yolu yürüyüş rotasının Antalya'ya en uzak noktasını yürümek için Fatih Özdel liderliğinde 31 mayıs ve 1 haziran'da Kaş'daydık.. Ben ve Burak Akgöz, liderimize eşlik ediyorduk:)) Bu iki gün içerisinde yürüyüşün yanısıra, kendi aramızda birisi veda, diğeri karşılama olmak üzere iki de önemli törenimiz vardı :))) Kaş'da, denilebilecek en güzel yerde; ilkbahara "hoşçakal", yaza "merhaba" diyecektik hep birlikte..


Takip edeceğimiz rota,  Sarnıçbaşı, Kalkan, Akbel, Kalamar, Fırnaz, Yalıburnu, Patara, Üzümlü, İnpınarı, Çayköy, Ksanthos'dan geçip, Eşen Çayı'nda Antalya il sınırıyla sonlanıyordu.. 


Likya yolu rotası bu güzergahta, Likya'nın en önemli kentlerinden olan Patara ve Ksanthos'un antik dönemde yapılmış su yollarının geçtiği hatları kullanmıştı.. onun dışında ise çoğunlukla orman yolları takip ediliyordu..

Galip Büyükyıldırım'ın, "Antalya Bölgesi Tarihi Su Yapıları" isimli kitabında hem Patara, hem de Ksanthos antik kentinin su yolları detaylı bir şekilde, harita ve fotoğraflarıyla anlatılıyordu... Büyükyıldırım, kitabında her iki kentin su yolları hakkında bir söylenceden bahsetmiş ve sonunda bu söylenceyi yorumlamıştı..

Söylenceye göre Patara'ya su getiren adam suyu akıta akıta getirmiş, yani su yolunu deneyerek yapmıştı..


Ksanthos'a su getiren adam ise suyu hiç  akıtıp denemeden su yolunu yapıp bitirmiş.. sonuçta Patara'ya su akmış, Ksanthos'a akmamıştı.. tabii söylenceye göre böyleydi:))

Büyükyıldırım'a göre ise Ksanthos su yolunda başlangıçta tasarım hataları yapılmış, ancak sonra düzeltmelerle kente su getirilebilmişti..

Antik kentlerin görünmeyen ama bence büyüklüklerini, zenginliklerini göstermesi açısından en önemli yapılarından birisi olan su yolları işi mühimdi yani:))


Bizim ilk başlangıç noktamız İslamlar'dandı..Antalya'dan sabah 6 gibi yola çıkıp, Korkuteli üzerinden Kalkan'a ulaştık.. Çayköy'e kadar yürüyecektik.. Fatih Özdel, yıllar önce görüp hayran olduğu, bir mühendislik harikası olarak değerlendirdiği  Ksanthos antik kentinin İnpınarı'ndaki su kaynak noktasını bize gösterme heyecanıyla yanıp tutuşuyordu:))


Tabelalar 8 km.'yi gösteriyordu.. Hazırlıklarımızı yapıp, yürüyüşe başlamıştık..


Likya yolu rotası geçmişte göl olan ve kurutma kanallarıyla kurutulan, bugün hala sazlıklarla kaplı Ovagölünü çevreleyen tepelerin yamaçlarından, zeytinliklerin, makiliklerin arasından geçiyordu..





Patika üzerinde çevrede bulunan işletmeler tarafından yürüyüşçüler için reklam panoları şeklinde bilgilendirmeler yapılmıştı..


Aşağıda Patara kumsalı, bölgenin geçim kaynağını oluşturan seralar ve zeytinlikler, eski göl yatağının sazlıklarıyla birlikte uzanıyordu..


Özellikle yurt dışından gelip bölgede mülk edinmek isteyenlerin sayısı oldukça fazla olduğundan her yerde bir inşaat faaliyeti vardı.. Bu çalışmalar, Likya yolu yürüyüş rotasının geçtiği noktalara isabet ettiğinde yolu bulma şansı kalmıyordu.. 

Biz yürürken özel ağaçlandırma için izin alınmış bir noktada da rotayı değiştirmek zorunda kalmışlardı.. Karşılaştığımız bir çoban bize yolu göstererek biraz eşlik etti.. Onlarda her yerin inşaat olmasından, keçilerini otlatacak yer kalmamasından rahatsızdılar....


Çobanla vedalaşıp ayrıldıktan sonra kulağımıza gelen sesler sonrası aşağıya baktığımızda yeni bir iş makinesinin, yeni yollar açmak, yeni evler yapmak için harıl harıl çalıştığını gördük ne yazık ki..



İnpınarı'na yaklaşırken çevremizde orman dokusu iyice artmıştı.. Patika ormanın içerisinden güzelce devam ediyordu.. 


Derken bir orman yoluna geldik ve yönlendirme karşıyı gösteriyordu.. Karşıya geçtiğimizde  ise yolumuzu yine kaybetmiştik.. Çünkü bu bölgede de yapılan çalışmalar güzergahı bozmuştu.. Sonradan yerleştirildiğini tahmin ettiğimiz yönlendirme tabelası da sökülmüş yerde yatıyordu...



Yolumuzu bulacağız diye çabalarken bir de ekip liderimiz kayıp düşmüştü:)) Çok kızmıştık:)) Azrail'in tırpanı şeklinde bunu yapanlara günlerini göstermek adına "hıııııı!.." dercesine pozumu takınmışdım ama ciddi duramadığımdan, bu poz, eğlenceli bir Azrail pozu olmuştu ne yazık ki:))


Ksanthos'un su kaynağı İnpınar'ına yaklaşmıştık.. su kaynağı yukarılardaydı.. Karşıda yine Akdeniz'i görebiliyorduk..


Vadinin aşağısında yaz mevsiminin doğasını süsleyen pembe zakkumlar açmıştı.. Suyun az olduğu, sıcağın çok, yağmurun hiç olmadığı Akdeniz yazlarında çoğu bitki kurumaya başlarken, Allah'ın güzelliği işte, her yerde açan bu zakkumlar, doğaya, insana, bir renk,  mutluluk getiriyordu.. 


Etrafta yapılan inşaat ve hafriyat çalışmaları Fatih Özdel'i,  Ksanthos'un su kaynağının da yok edilmiş olabileceği konusunda iyice panikletti.. Telaşlı telaşlı kaynağa doğru yöneldik.. Açıkçası, kaynaktaki su alma yapısını yerinde göremezsek ne olacaktı hiç bilmiyordum ..


Neyse ki yerinde duruyordu yapı..Fatih Özdel'in yüzünde gülücükler açıyordu:)))


Bir gurup çocuk su kaynağı çevresinde pikniğe gelmişti.. Bizi görünce su alma yapısının içine onlarda girdiler.. Fatih Özdel, deneyimli arkeolog bilgisiyle çocukları yapı hakkında, eski eserleri neden korumamız gerektiği konusunda güzelce bilgilendirdi:))


Su kaynağının çevresi tünel şeklinde kapatılmıştı.. Biz de susamıştık, şişelerimiz boşalmıştı.. Ksanthoslulardan neyimiz eksikti:))) kaynaklarını kullanmak için izin almamıza gerek yoktur diyerek kana kana su içtik:)) bir de dar alanda kısa paylaşmalar yaparak hatıra selfiemizi çekmeyi başarabildik:))




Kaynak suyu alma noktasından kuzeye Çayköy'e devam eden yol, antik su kanalını da takip ediyordu. Kanalın içerisinden akan su, molalarımızda bizi serinletiyordu...






Çayköy'e yaklaştığımızı ilerideki cami minaresinden anlamıştık.. İlerlediğimizde minaresi görünen caminin sıradan bir cami değil, içerisinde türbesi, çevresinde tarihi mezarlığı bulunan bir yer olduğunu gördük..






Caminin hiçbir yerinde adı yazmıyordu.. Çevre evlerde oturanlarla sohbet ettiğimizde onlarda bir isim söyleyemediler.. Orada eski bir medresenin bulunduğu, türbede yer alan mezarlarda medresede görev yapmış büyüklerin defnedilmiş olduğunun bilgisini verebildiler sadece..

Mezar taşları oldukça eskiydi ve üzerindeki yazıların, mezar tiplerinin bilim adamlarınca mutlaka çalışılması gerekiyordu.. Kaş'ın merkezinde bile bulunmayan bu nitelikteki bir mezarlığı Çayköy'de görmek açıkçası bizi de şaşırmıştı ..






Çayköy'de Likya yolu rotası, mevcut yollardan geçiyordu.. Hem, yapıların, seraların arasında yerleştirilen yönlendirme tabelaları, hem de yolun kendisindeki karmaşa, bize bu bölgede Likya yolunu yürümek için pek de cazip göstermiyordu... 




Antik su kanallarını izleyerek, Likya'nın bir dönem başkentliğini yapmış, efsanelere konu olmuş Ksanthos kentine ulaştık..

 



Ksanthos’lular, M.Ö. 545 yılında Pers komutanı Harpagos'a karşı yapılan savaşta ve  M.Ö. 42 yılında Brutus'a yapılan savaşta teslim olmamak için kendilerini kentle birlikte yakarak topluca intihar etmişler..



Geçmişten beri sessizce akan Eşen çayı, bu kadar onurlu ve cesur bir kente, kentin sahiplerine ait kimbilir hangi sırları taşıyarak Akdeniz'e ulaşıyordu...






Sınır tanımayan bir ekip olarak:)) Eşen çayını denize kavuşturup,  Antalya ile Muğla'yı birbirine bağlayan köprüyü geçerek, Ksanthos'un tapınak bölgesi sayılan Letoon'a giriş yaptık..




Örenyeri karşılama merkezi çalışmaları nedeniyle Letoon'da da bir faaliyet vardı ama biz tapınaklar ile tiyatroyu gezip, girişindeki büyük dut ağacından dut yemeyi başarabildik:))


Letoon'dan sonra ekip liderimiz iyice coştu:)) "madem çayın karşısına geçtik, size Yediburunlar ile Pydnee antik kentini de göstereyim" dedi.. Biz de sevinçle kabul ettik.. rotamız zaten yine Likya yolu yürüyüş rotasıydı.. sadece kendi bölgemizde değildik, karşıdan görebiliyorduk..o kadar:)))






Pydnee çok güzel bir kent gibi görünüyordu:)) görünüyordu diyorum çünkü kente tam giriş yapamadık.. Sur duvarlarından içeri girip, ilerideki kiliseye yürürken köpeklerin saldırısına uğradık.. ilerleyemedik:)) köpekler, bizim başka bölgeden geldiğimizi anlamışlardı herhalde:)))




Paşa paşa geri döndük Antalya'mıza:))) Likya yolu rotasına devam etmek üzere Fırnaz-Yalıburnu-Patara hattına geçtik..




Bu kısmın en güzel noktası şüphesiz Fırnaz Koyuydu.. Bu koy ve çevresi Patara'ya kadar doğal sit alanı olarak koruma altında ve geleceğe yine aynı kararla korunarak aktarılması gereken güzellikteydi.. 

Bizim yaz sıcağında, bir ağustos ayında Gökhan Benzet ve Utku ile Fırnaz koyuna inmişliğimiz, Delikkemer'de yürümüşlüğümüz, sonrasında aynı gün Patara kumullarında, çöl sıcağında bir de deniz fenerine gitmişliğimiz vardı.. Gökhan'da, Utku'da, bende Fırnaz'ı, o güzel yaz gününü, pek severek hatırlarız:))) Tekneyle gidip, bir de yüzebilseydik çok daha sevecektik eminim ama olsun yürümüş olmak da bizde anlatabileceğimiz güzel bir anı olarak kalmıştı...



Likya yolu rotasını, bozuk olmasına karşın Yalıburnu'na kadar arabayla deniz kıyısı boyunca takip edebildik..






Yalıburnu çevresinde tek tük de olsa evler yapılmaya başlamıştı.. Gelecekte, o kadar uzağa gitmeyeyim birkaç yıl sonra bile buraların ne hale geldiğini karşılaştıran bir yazı yazmam umarım...


Sabahdan beri Likya yolu yürüyüş rotasında dolanıyorduk.. Hiçbir yürüyüşçü görmedik diyorduk ki sırt çantalı bir çiftle karşılaştık.. Onlar geceyi oralarda geçirecek gibiydiler.. Bizse, Kalkan'da,  Pirat Otel'de kalacaktık.. İlkbaharın son günü dönmeyecektik Antalya'ya:)))


Sabah  otelin penceresinden Kalkan manzarası, "günaydın", "yaz geldi, kalk hadi", "herşey çok güzel olacak" diyerek uyandırdı... Biz de Kalkan'ın çağrısına uyup kalktık ve düştük yollara:)))


Öncelikle Sarnıçbaşından Kalkan'a inip, sonrasında Kalamar'dan Fırnaz'a geçecektik..



Sarnıçbaşı-Kalkan güzergahı, Bezirgan'dan Kalkan'a inen yolun kenarındaki tarihi sarnıçtan başlıyordu..


Sarnıç kocamandı.. üzerinde bir kitabesi vardı.. sarnıcı farklı ve özel kılan şey ise kapının her iki tarafında cepheye işlenmiş hayvan figürleriydi..




Kalkan bölgesinde yürüdüğümüz Likya yolu rotasında gördük ki rota açısından durum kötü.. Her yerde yeni ev yapılıyor ve yollar açılıyor.. Öyle olunca Likya yolu yürüyüş rotasının işaretlerini sürekli yenilemek gerekiyor.. asfalt yolun üzerinde işaretlenmiş renkleri, bir sonraki asfalt yenileme sırasında bulma şansımızın ne olduğunu hiç bilmiyorduk:)))




Asfalttan içeri girdikten sonra patika zeytinliklerin, çalıların arasından yürüyüşçüleri Kalkan manzarası izleyebilecekleri noktalara çıkartıyordu...








Yürürken geldiğimiz yol ayrımında bizim gideceğimiz yol belliydi.. bu yol, tabii ki Kalkan'dı:)))


Kalkan'da o kadar eğim olmasına karşın inşaat ve emlak sektörü sınır tanımıyordu.. Tepede malikanesi, aşağıda tenis kortu.. Belki bir hafta bile kullanılmayacak yerler için asırlık zeytinlikler yok ediliyordu..


Hava sıcaktı.. Ne de olsa yazın ilk günündeydik:))) Mola verdiğimiz bir noktadan aşağıya baktığımızda zeytinliklerin arasından Kalkan merkezini, geceyi geçirdiğimiz Pirat oteli gördük.. İnsanoğlu kuş misaliydi işte.. Gece orada, sabah buradaydık:)))




Kalkan'a yaklaştığımızı anlamama şansımız da yoktu ne yazık ki!.. Her yer, ev doluydu.. Kalkan böyle bir yer değildi eskiden.. Böyle de olmamalıydı herhalde..




Pes dediğimiz son nokta Likya yolu rotasının Kalkan'a ulaşmak için üst geçidi kullanmak zorunda kalmasıydı.. Rotanın bu kısımları açıkçası yürümek için pek de tavsiye edilecek durumda değildi...


Son güzergahımız olan Kalkan-Kalamar-Fırnaz hattını, ekip başkanımızla öncelikle yukarılardan bir kontrol ettik..





Buranın görüntüsü de pek iç açıcı değildi.. 5-6 yıl öncesine kadar bakir bir koy olan Kalamar koyunda yeni bir Kalkan inşa edilmişti..





İnsan eğim nedeniyle yollardan arabayla bile inmeye çekiniyordu.. Çok parlak zekalı mühendisler, mimarlar, plancılar, eğimi, inşaatta fazladan bir yada iki kat kazanmak için çok iyi kullanmıştı.. 



Likya yolu rotası da bu yapıların arasından kendine yol bulmaya çalışıyordu..Söyleyecek söz kalmamıştı artık..




Kalkan'ı bırakıp Patara'ya döndük.. Yeteri kadar yapı, yol, inşaat görmüş, keyfimizi kaçırmıştık.. Neyse ki hala koruyabildiğimiz yerler vardı.. Patara vardı.. Bizi bekliyordu..

Çünkü;
Patara demek, Işık ülkesi, güneş ülkesi Likya demekti.. 
Patara demek, yazın ilk gününde sonsuzmuşçasına uzanan kumsal ve Akdeniz demekti.. 
Patara demek, bu güzelliklerin tadına varıp, kızgın kumlardan serin sulara dalmak, yaza "hoşgeldin" demekti:)))

Bize de bunları yerine getirmek düşerdi:))




3 yorum:

  1. Harika bir yürüyüş olmuş, ekip lideriniz süper��������

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel.hatta harika.:-) Bende katılmak isterdim.. Hem rehberlerde siz olunca süper olurmuş.. Geçen hafta Antiokheia antik kentini gezdik çok algılayamadım şehirin hikayesini.. Ta ki kazı yapan genç bir arkeoloğa raslayıncaya kadar.. Bize tüm hikayeyi ve planı anlattı kafamızdaki sorunları anlattı.. Şimdi orayı gezdirecek rehber kadar bilgi sahibi oldum desem yer.. ;-) Ancak o genç arkeologların sorunlarını öğrenmek bayağı üzdü bizi.. Bu yapılara devletin komik desteklerini duyduk. Bu gençlerin karın tokluğuna o güneşin altında çalıştıklarını öğrendik.. İş kurun onca kuruluşa ''yatması'' için gönderdiği işçilerden talep etmelerine rağmen işçi tahsisi edilmediğini vede bakanlıkça ayrılan ödenekle 500 yılda kentin tamamının kazılabileceğini, kazı için alana girerken özel sektörün onlara bir yabancı gibi davrandığını öğrendik.. Öğrendikçe gözlerimiz büyüdü.. Oysaki çok basit çözümlerin işi hızlandırabileceğini, yeterli paranın, yeterli iş gücü ve teknik malzemenin bulunması halinde bile 30-40 yılda kent kazısının bitebileceğini de öğrendik... :-( Bu durumu her yerde dile getirmemiz gerektiğinin bilinci ile yazık ki yazık dedik öğrendiğimiz kentin hikayesi ile avunarak... ;-)

    YanıtlaSil