14 Kasım 2015 Cumartesi

evim evim güzel evim..


Özellikle bir yerlere gidip evimize döndüğümüzde çoğumuzun söylediği sözdür "evim evim güzel evim" sözü... Evimiz bize aittir çünkü.. duvarlarıyla bizi dış dünyadan ayırır.. özelimizdir.. genelde huzur bulduğumuz, dinlendiğimiz, uyuduğumuz, karnımızı doyurduğumuz..televizyon seyrettiğimiz..ailemizle vakit geçirdiğimiz..insanın var oluşuyla var olmuş, kentlerimizin olmazsa olmaz mekanlarıdır..

                  

Tabii ayrılmaz bir parçamız olunca evimiz, özeniriz ona.. Bazen hayatımızın en büyük zamanını bir ev sahibi olmak uğruna çalışarak geçiririz.. İçinin eşyaları, bahçesi, konforu, teknolojisi,o'su, bu'su derken mutluluğumuz için gerekli olanın dört duvar, sıcak bir yuva, aile olduğunu, gerisinin detaydan öteye geçmediğini de unuturuz çoğu zaman.. 


Aslında büyüme ve yaşama şeklimizi düşündüğümde bende evimizin konforunun, seçiminin gerçekten mutluluğumuz için gerekli olduğunu düşünürdüm.... Mustafa ile karşılaşıncaya kadar..


Mustafa,  Demre'nin Yavu Mahallesi, Ürer mevkiisi yakınlarından..10 yaşında, İlkokul 4.sınıfa gidiyor..



Başını soktuğu, ailesiyle birlikte yaşadığı, görünce "burası da ev mi??"  "Nasıl yaşanır burada??" denecek bir evi var Mustafa'nın... Naylonlarla çevrelenmiş.. Hayvanların ağılıyla bitişik.. Tek odası olan!..




Yusuf isminde hayvancılıkla uğraşan bir babası, yakında evlenecek olan Şerife isminde bir ablası, Ali ile bizim tanışamadığımız liseye giden, polis olmak isteyen bir başka abisi olmak üzere iki abisi var.. 


                    

Mustafa'nın bir de sürekli ağır kaldırmaktan, eşine yardım etmekten, dağlarda yük taşımaktan, davar gütmekten kaynaklanan üçüncü fıtık ameliyatını geçirmiş, al yanaklı güzel annesi ile onu ziyarete gelen anneannesi var.. 


Annesine, ağabeylerine, ablasına rağmen Mustafa, babasının Mustafa'sı... onun aslan parçası.. Yardım ediyor babasına.. Hayranlıkla izliyor onu..



Odası yok Mustafa'nın.. çalışma masası, masa lambası, bilgisayarı.. lisanslı yada lisanssız oyuncakları da..


Doğal gazla çalışan kaloriferleri yok.. Sabah uyandığında sıcacık değil etrafı.. Dağdan, ormandan getirilen, belki de annesinin fıtıklarının nedenlerinden birisi olan odunlarla ısınan bir sobaları var..


Elektrik kesilir mi?? kaygısı da yok Mustafa'nın.. Elektriği güneşle sağladıkları panelleri var.. Güneş çıkmadı mı birkaç gün, zaten elektrikleri de hiç varolmuyor..


Bunlara karşılık, Mustafa'nın Heidi'nin Peter'i gibi dağlarda, kırlarda gezdirebildiği yüzlerce keçisi, üç eşeği, Uçar, Atik ve Yumaş isminde üç köpeği var.. 





Bisikleti de var Mustafa'nın tüm yaşıtları gibi.. Kırlar, bayırlar onun bisiklet sahası...


Odalarına sığmasa da sandalyeleri, üzerinde bizim gibi her gelene, gönüllerini, erzaklarını açtıkları, bir bardak çayı esirgemedikleri yemek masası, açık yemek odası var..


Tek oda da olsa, duvarlarını resimlerle süsledikleri, çoğumuzun sürekli değişen mobilyalarına karşın sadece iki divanın yerleştirilebildiği oturma odası, yatak odası, misafir odası da var..


Bir de köpekleriyle birlikte kapının önünü bekleyen Traktörleri, Renault marka arabaları....


Mustafa'nın bizim yokluk olarak gördüğümüz şeylere karşın, sımsıcacık bir ailesi, sağlıklı kıpkırmızı yanakları, parlak zeka fışkıran gözleri, çoğu şehirlinin edinemediği, edinmek için çeşitli kişisel eğitimler aldığı özgüveni.. ama en önemlisi yüzünde mutluluğun resmini anlatan kocaman bir gülümsemesi var...


Mustafa'yı görünce bir sürü şey geçiyor akıldan.. Hangi hayat doğru??.. Hangi hayat gerçek??.. Ev nedir??? Nasıl olmalıdır??? Mustafa çocuk olduğu için mi mutlu??? Büyüyünce mutsuz mu olacak??.. Biz mutlu muyuz?? Odamızın duvarlarının rengini değiştirmek.. eşyaları yenilemek mutluluğumuz için gerekli mi?? Öyle yapınca biz mi mutlu hissediyoruz??? Yoksa bize bunlarla mutluluk rolü yapmak mı öğretiliyor en baştan??? 
                    
                         

























































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder