8 Kasım 2015 Pazar

Kyaneai

Başlığa bakıp da bunun bir arkeoloji yazısı olduğu anlaşılmasın lütfen.. Ben bir arkeolog bile değilim:))

Vakti zamanında, eskiden.. hem de çok eskiden güzel Antalya'nın batısında Likya'nın ortalarında Kyaneia adında bir antik kent varmış.. Bu kentin çevresi zeytin ağaçlarıyla çevriliymiş ve en önemli gelir kaynağı da zeytinmiş.. Dünyanın her yerine zeytinyağı gönderirlermiş... Yüksek tepelerde bir kent kurmuşlar..çevresinde tarımın en iyisinin yapıldığı teraslar, küçük mahalleler, zeytinlerin toplandığı yerlerde hemen sıkılıp bekletildiği, günümüzün küçük zeytinyağı fabrikası niteliğindeki işlikler.. Çalışkanmış kentin insanları.. 

Eğlenmesini de bilirlermiş.. Tüm ovayı gören tepenin üzerinde şirin mi şirin bir tiyatroları varmış.. Günümüzdeki salonlarda olduğu gibi, bu tiyatronun da ortada, sahneye en hakim sırası protokolün sırtını yaslaması için özenle yapılmış:)))


Onlar da ölümün hayatın sonu olmadığına, öldükten sonra başka bir alemde hayatın devam edeceğine inanırlarmış.. O yüzden mezarlarını da eğlendikleri, ibadet ettikleri, yaşadıkları kentle bütünleştirirlermiş...



Gel zaman, git zaman devir değişmiş... savaşlar, hastalıklar, göçler, büyük keşifler, yeni kurulan kentler, gelişen teknoloji, hatta değişen ve mümkünse hiç yorulmadan sadece hizmet sektöründe, masa başında çalışmayı tercih eden insanlık her yeri olduğu gibi Kyaneia ve çevresini de değiştirmiş.. Kyaneia terk edilmiş, şimdilerde geçmiş kültürlerin tanıtımının bir parçası haline gelen antik kentler kategorisinde, ayda tek tük insanın uğradığı, içinde ağaçların kök saldığı bir örenyeri olmuş.. 


Hatta Kyaneia'ın çevresindeki yakın zamana kadar kullanılan mahalleler de terk edilmiş, tarım alanları, terasları, yorulmadan para kazanmak, şehirlerde yaşamak uğruna kullanılmaya kullanılmaya ormanlaşmış.. Akdeniz bitki örtüsünün simgesi makiler, fundalar, meşe ve sandal ağaçları bu alanları kaplamış... Kırmızı kırmızı dağ çilekleri sarkmış dallardan..



Geçenlerde, günümüzde Demre ilçesi sınırlarında kalan Kyaneia'ın doğusundaki Davazlar'a, İkikuyu Mahallesi'ne düştü yolumuz..


Mahalleye yaklaştığımızda doğanın tüm güzellikleri bizi büyülemişti.. Mahallenin karşıdan görünen kırmızı çatılı evleri de bu güzelliğe ayrı bir güzellik katıyordu..Avrupa'nın modern kırsal yerleşimleri vardır ya.. etkileyici.. Öyleydi işte..


Ama tüm bölgedeki aynı terk edilmişlik, çaresizlik İkikuyu'ya da uğramıştı.. Bir dönem şen kahkahaların atıldığı, düğün, derneklerin yapıldığı, çocukların dünyaya geldiği, tarlalarında insanların çalıştığı, zeytinlerin toplanıp, yağlarının akıtıldığı mahallede topu topu iki çift yani 4 kişi kalmıştı.. 


Evler perişan..Yıkıldı, yıkılacak..




Şahin amca kalan çiftlerden birisinin reisi.. 75 yaştan sonrasını saymamış.. Maşallah hepimize taş çıkartır.. Ailelerden birinin 7, diğerinin 8 çocuğu varmış.. Ama hiçbiri yok yanlarında.. Biri de, sekizi de bir... Sonuçta doğan büyüyor, kente göçüyor.. Şahin amcalar bırakmıyorlar mahallelerini.. tek istekleri su gelsin mahallelerine.. Onun dışında bir şikayetleri yok hayattan.. Kanaatkarlar.. 





Tavukları, inekleri, bir de kır atı var Şahin amcanın..ayağında ucuz lastik terliklerden..Onun da tabanı yırtık.. Biz tabanı kaymayan pahalı arazi ayakkabılarımızla oraya buraya takılırken bizden önce çıkıyor tepelere..




Bir zamanlar, belki de balık tutmak için kullanılan bir tekne ise, şimdi yıkıntıların arasında kurumuş yapraklar denizinde yelken açıyordu...


Mahallenin kuzeyine çıkan hoş bir patikayı izleyince sonunda öyle bir yere geldik ki geçmişe açılan kapı arkamızdan kapanmış.. Biz bu yüzyılın başlarından öylece kalmış bir küçük mahallede kendimizi bulmuştuk..


O sırada çalan, aslında tüm gün durmayan:)) telefonumdaki, daha sonra "biraz dağlardan bize de vakit ayır":))) diyen arkadaşımın ne söylediğini dinlemeden "mutlaka burada yaşamalıyım" çığlıklarıma hakim olamadım.. Gördüklerimi, yaşadıklarımı anlatmak çok zor..

Bir zamanlar taş merdivenlerinden annelerin "düşeceksin dikkat et" uyarılarını dikkate almadan kendini bahçelere atan çocukların inip çıktığı, eşlerin pencerelerinden yolunu gözlediği, tarlalarından sonbahar da hasadın yapıldığı, zeytinin yağının çıkartıldığı, üzümün ezildiği, kışlık erzağın hazırlandığı, kışın soğuğunda ocaklarının yakıldığı, bacasından duman tutan evler.. Şimdi harabeler..








Acı..hem de çok acı.. gerçek.. hem de çok gerçek... Belki biz de terk ettik, ediyoruz bir yerleri, birilerini... Hayat devam ediyor diye kandırıyoruz kendimizi.. 

Evet.. Kyaneia'da gün batıyor.. Geçmişte de batmış.. Bugün de batıyor.. Gelecekte de batacak.. 



Kyaneia'ın insanları ise hayatın devam ettiği bir başka alemden bakıyorlar bize.. Bekliyorlar... Siz de terk edeceksin hayatı dercesine...



4 yorum:

  1. Ben de kendimi oralarda hissettim👏🏼

    YanıtlaSil
  2. Melike'cim klavyene sağlık:)) Büyük keyifle okudum. Metnin içinde gizli mesajı aldım:))

    YanıtlaSil
  3. Arkadaşım sen hep yazmalısın...ağzına sağlık..ben de aldım mesajı:)))

    YanıtlaSil