12 Aralık 2015 Cumartesi

yeşil portakal kokusu

Koku ile hafızamız, anılarımız arasında bir bağ olduğunu hep okumuş ve yaşamışızdır.. Patrick Süskind'in Koku romanı ürkütücüdür ama güçlü bir kokunun toplum yada kişiler üzerinde neler yaptırabileceği etkileyici bir şekilde anlatılır.. Kimi bilim adamlarının, koku duyusunu kaybedenlerin anılarını da kaybedeceği gibi önemli iddiaları bulunmaktadır..

Neyse ki ben onlardan değilim:))) koku ve hatıra bağlantım kuvvetlidir... Kokular, kişileri, yerleri, olayları hatırlatır bana.. tıpkı müzik gibi..

Geçen haftalarda Kemer'e bir sunum izlemek için gitmiştim... Kahve arasında bahçede otururken burnuma, tepemdeki ağaçtan yoğun bir portakal kokusu geldi.. bu koku sıradan portakal kokusu değil, taze, yeşil, ağacın, çevrenin, onunla birlikte tuhaf bir şekilde hatıraların kokusunu da taşıyan bir kokuydu..




Ankara'dan Kemer'e, 1985 yılının ağustos ayında, babamın Ayışığı plajı gerisinde o dönem Güriş tarafından yaptırılan otel inşaatındaki işi nedeniyle taşınmıştık.. Kemer, 1980 öncesi, sahili bomboş, kendi bomboş, limanı olmayan bir köy iken, devlet desteğiyle gerçekleştirilen yatırımlarla bir turizm kenti olma yolundaydı o dönemler..







Babamın kiraladığı ev inşaat halinde olduğundan ev bitene kadar yaklaşık bir ay caminin ilerisinde, bir ara sokakta, ağaçların arasındaki aile pansiyonunda kalmıştık..

Çevrede portakal ağaçları vardı elbet ama sezon incir sezonuydu.. benim için, incir, portakal, limon, nar gibi iç anadolu'ya yabancı meyveleri ağaçlarında görmek her şey gibi yeniydi.. o yaz, kardeşlerimle birlikte, ham incirin sütünün ağızda nasıl yaralara yol açtığını bizzat test etmiştik:)))

Pansiyonun gerisindeki çam ağaçlarıyla kaplı tepeyi çevreleyen su kanalının etrafı ise patlıcan fideleriyle doluydu.. Tamam, patlıcan yeni bir şey değildi bizim için ama, ince uzun Kemer patlıcanı ilklerimiz arasındaydı..


Evimiz ise denize yakın, Liman caddesinden girilen 111. sokakta, dubleks, bahçeli ama her yer inşaat halinde olduğu için bahçesini düzenlemek tamamen bize kalmış bir evdi..




Ankara'da apartmanlarda oturan bizim için böyle bir evde ilk ve yeniydi.. İlk ceviz ağacımız, yeni dünya ağacımız, çiçeklerimiz, babamın yaptırdığı salıncağımız bu bahçedeydi..




Hatta ilk köpeğimiz, Tommy de bu bahçedeydi... Köpekten korkan bizler için inanılmaz bir arkadaştı Tommy.. Evin diğer çocuğuydu.. Hepimizden önce onun karnı doyurulurdu.. Bahçedeki kulübesinde yaşar, yağmurlu, soğuk günlerde içeride misafirimiz olurdu..


Asıl ilk olan şey ise denizdi.. Hayatımda ilk denizi Antalya'da/Kemer'de görmüştüm.. Ankara'dan geldiğimiz dönemde Kemer pek bilinen bir yer değildi.. sürekli Karpuzkaldıran'a kampa gelen arkadaşlarımın Antalya'ya değil, köyüne gittiğimiz konusunda bayağı dalgasına maruz kalmıştım taşınmadan önce:))

Ama çıplak tepelerin bulunduğu Ankara kırsalından:)) geldiğimiz yer, iyi ki Antalya merkezi değil de, Akdeniz ve yemyeşil çam ağaçlarıyla kaplı Beydağlarının kucaklaştığı koydaki Kemer köyüymüş:)))


İlk deniz tecrübemiz Ayışığı Plajındaydı.. deniz kumluk, zemin yumuşacıktı.. yürüdükçe hafif bir baş dönmesi... yüzmeyi Kemer, Phaselis, Ağva'daki yüzme antrenmanlarıyla:)) öğrenmiştik.. ev denize çok yakındı.. öğleden önce ve sonra olmak üzere günde en az iki kez denizdeydik.. kum güzeldi ama Olympos Otelin kıyısındaki çakıl taşlı, pırıl pırıl, cam gibi, dalgasız deniz, benim için Kemer'i Kemer yapan özel bir şeydi.. Çakıl taşlarını toplayıp içi su dolu cam kavanozlarda, farklı farklı renklerde, evde aksesuar olarak da kullanırdık..


Ben ortaokula, kardeşlerim ilkokula Kemer'de başladık..İlk okulun yerini şimdi bir otel, ortaokulun yerini ise Lise almış durumda.. Lise o yıllarda sadece Antalya'daydı.. liseye gitmek isteyenleri, Kemer Belediyesinin bir servis aracı ulaştırırdı Antalya'ya..


Ortaokul'da, Kemer'in dışında Çamyuva (Ağva), Aslanbucak, Ulupınar, Beldibi, Göynük, Kuzdere'den servisle gelen birçok arkadaşım vardı.. Tabii bir de benim gibi dışarıdan gelenler..

Liman caddesi ev-okul güzergahımdı.. O zaman yaya yolu değildi ama zaten araba çok azdı.. Ben ise hep yayaydım:)))


Kasabımız Kemer kasabı, dondurmacımız ise telefonun eve bağlanmadığı süreçte sık sık kullandığımız PTT'nin yanındaki Santanaydı.. Berberimiz ise bizim evin hemen karşısındaki evde oturan ve alt katını salon olarak düzenleyen Sami amcaydı.. Sami amca iyiydi, hoştu ama hepimizin saçı kısacık ve aynı tipti ne yazık ki:)))

Yat Limanının rahmetli Turgut Özal tarafından açıldığı gün benim elimi kaynar su ile yaktığım gündü aynı zamanda:)) limanın girişinde ismi Kemer'e yakışan "mavi portakal sitesi" ve ismi yemek yemek için pek de cazip olmayan "Pis Mustafa'nın yeri" vardı.. yemek yemek demişken, kırkevlerin orada, akşamları gidilen, müzikli Akdeniz Restaurant'ı da unutmayayım:))


Turist de vardı o dönem ama şimdiki kadar yoğun değildi tabii ki.. Ankara'da turizmin T'sini duymamışken okulda derslerimden birisi turizmdi.. turizmin altyapısı o dönem oluşturuluyordu.. altyapıyı oluşturan ekipte bizim gibi Ankara'dan, İstanbul'dan gelmiş birçok ailede farkında olmadan yer alıyordu... Doruk Otel, Life Pansiyon.. Liman caddesinde sürekli önünden geçtiğim tesislerdi.. Bir de sahilinden denize girdiğimiz iskelesinden atladığımız Olympos Otel..

Hafta sonu ailecek yürüyüş güzergahımız, yörük çadırlarının olduğu yarımada yada Sümbül dağı'nın çevresinden Fransız Tatil Köyü girişine kadar ormanın içerisinden geçen yoldu.. Arkamızda, yanımızda, önümüzde ise Tommy vardı... Girdiğim orman konulu yarışmada yazdığım kompozisyonda anlattığım yağmur sonrası ormanın kokusunu, yağmur damlalarının parıltısını bu yürüyüşlere borçluydum.. Tabii ki yürüyüş aşkımı da:)))


Piknik yerimiz ise çoğu Kemerlinin olduğu gibi Phaselis'di.. çocukluğumun en güzel yazları, hatta havanın güzel olduğunda kışları Phaselis'de geçmişti.. yüzmeyi öğrendik.. ıslak ıslak antik kentin tiyatrosunda, hamamlarında, sokaklarında gezinirken bu insanlar nasıl yaşamış, neler yapmışı merak ettik..en güzel mangal keyfini (evet o zamanlar mangal yapılabiliyordu:))), en eğlenceli piknik keyfini, bir sürü güzel anıyı ailece Phaselis'de geçirdik..


Yağmur da güzeldi dağların arasındaki Kemer'de.. gök gürültüsü gümbür gümbürdü.. rahmetli büyükbabam çok korkar, gece uyuyamazdı..hiç bitmeyecekmiş gibi yağan yağmurun ardından çıkan sıcacık güneş ise mucizeydi sanki...

Dağlar beni her zaman zaten büyülemiştir de, bir de kuleler vardı.. kulelerin birisi, orman gözetleme kulesiydi ki, bu kuleye komşularla yürüyerek çıkmışlığımız vardır:))

Diğeri ise Antalya yolunda ki televizyon vericisiydi.. çocuk hayallerimde bu kule, dağların arasında sivri kulesiyle ulaşılamayan bir şatoydu sanki.. vericinin bulunduğu yere bugün bile gitmedim... nedenini bilmiyorum... belki büyü bozulmasın, o kule hayalimdeki şato olarak varlığını devam ettirsin diyedir kim bilir...


Kemer'in benim için her zaman özel bir yeri vardır ama dediğim gibi sadece bir sunum izlemek için gitmiştim Kemer'e.. oysa yeşil portakal kokusu beni çekiverdi Kemer'in içlerine, hatıraların derinliklerine..


İzleri takip edince dört yıl oturduğumuz evimizi 111. sokakta elimle koymuş gibi buldum.. yerinde duruyordu ama rengi, kendi değişmişti.. bahçesinde, bizim diktiğimiz ağaçlar kocaman olmuştu.. etraftaki evlere göre yemyeşildi çevresi..




Yan tarafındaki kocaman boşluğa Liman caddesine uzanan evler ve Fame Otel yapılmıştı..


Biz bahçedeki salıncakla idare ederken, evin deniz kısmında,sokağın karşısındaki boşlukta, geçen zamanla birlikte kocaman olmuş ağaçlarıyla bir park duruyordu şimdi..


Çocukluğun verdiği oyun aşkıyla deniz, oyundu sadece.. Sahilde oturup etrafı izlemeyi akıl edememek, karşılara ufka bakıldığında taaa Selgenin gerisindeki Bozburun dağının bile görünebildiğini fark edememek.. şimdinin gözleri ve bilinciyle o zamanı yaşayıp, herşeyi hafızaya kaydedememek.. keşke denilen bir sürü şey...


Bir de fotoğraf meselesi var tabii.. film makaralarının temini ve tab ettirmenin güçlüğünün çocukluğun getirdiği etrafın farkında olamamakla oluşturduğu birliktelik:))) ne kadar az fotoğraflamışız etrafı.. ne kadar çok kendimizin fotoğrafını çekmişiz, kareye ne giriyor diye bakmadan...


Ama olsun.. hafızamda, kalbimdeymiş herşey.. ortaya çıkmaları için sadece yeşil portakal kokusu gerekiyormuş.. aslında hiç fark ettirmeden bu koku tamamlıyormuş hepsini meğer...

Şimdi heryer değişmiş olsa da deniz hala çakıl taşlarıyla pırıl pırıl.. dağlarla kucaklaşmaya devam ediyor.. çocuklar.. çiftler.. aileler sahilde..




Eminim herkes, gelecekte hatırlamak için anı biriktirdiğinin farkında bile olmadan şu anı yaşıyor.. tıpkı benim gibi..


Kemer'de ki küçük kız çocuğu büyümüş de olsa, içimde, hatta ayakkabımda:))) var olmaya devam ediyor.. uzanmış limana doğru yeşil portakal kokusunu, bir de denizi soluyor..



























































































































































1 yorum: