20 Aralık 2015 Pazar

termessos rüyası-pisidia yürümeleri 4


Yine bir İstanbul programı yapıp, uçak biletimi ve yıllık iznimi almış, Karaköy de nereleri gezebileceğimi araştırıyordum ki olan oldu, bir terslik ve uçak bileti yine iptal:))) ama izin devam ederken Pisidia yürümelerini yaptığımız arkadaşlardan, sevgili ekip liderimiz Işılay'dan bir mail aldım.. Bu kez Termessos-Ariassos arasını yürümek için geliyorlardı.. Bir ay önce aynı ekip, Selge-Pednelissos arasını yürümüştü, ben eşlik edememiştim.. Hazır izinliyken, beynimin de dinlenmeye ihtiyacı varken böyle bir fırsat benim için kaçırılmayacak bir şeydi.. Bütününe yine katılamayıp, kaçırsam da Termessos'un tadına varabilirdim..

Ekiple, 16 aralık çarşamba günü sabahı, Keptur da buluştuk.. Onlarla o kadar eğlenceli, eğitici:))), güzel zamanlar geçirmiştim ki.. arabayı park ederken seslerini duymuş olmak bile bana mutluluk verdi.. rehberimiz Ümit Işın, yanına bir başka rehber arkadaşı Berna'yı da getirmişti.. Michele, Işılay ve benimle birlikte arabada beş kişi olmuş, her şeyimiz:))), olmazı var eden:))) asistanımız Kazım'a arabanın en güzel yeri olan:))) bagajı ayırmıştık.. aslında ayırmıştık demem yanlış oldu.. biz yer değiştirmeyi teklif ettik ama o halinden memnun olduğunu söylediği gibi trafikte yanda tanıdık gördüğü araçlarla el kol hareketleriyle iletişim bile sağladı:)))

Büyük İskender'in bile alamadığı Termessos antik kentini fethetmeye gidiyorduk.. hava güzeldi.. ağzımız kulaklarımızdaydı.. birlikteydik... daha ne olsundu????



Biz Antalyalılar, kuzeyden yana şanslıyız.. Biliriz ki kuzeyimiz, Güllük (Solym) Dağı zirvesinden bizi bekleyen, koruyan Termessoslular yani Solymler nedeniyle sağlam:))) Öyle ki Büyük İskender'e kafa tutmuş bir kent Termessos.. gerçi Büyük İskender'den sonra kayda geçmiş, cesur asker Alcetas'ı düşman ordusuna vermek gibi bazı  yamuklukları olmuş ama tarihte olur böyle şeyler diyerek derine inmiyorum..


Yıllar önce, Karain Mağarası ve çevresinin Dünya Kültür Miras Listesine adaylığı nedeniyle sevgili Fatih Reis:)) ile UNESCO'dan gelen gözlemcileri yakında bulunan Termessos antik kentine götürmüştük.. Karain kısmı dosyalarda ki eksikler nedeniyle bizim için pek iyi geçmemişti.. ama gözlemciler Termessos'u gördüğünde herşeyi unutmuşlardı:))) "böyle müthiş bir yer var elinizde, inanılmaz, kentin herşeyi yerinde duruyor, doğa korumuş, neden burayı önermiyorsunuz??" demişti... biz de önermiştik:)))


Gerçekten Termessos'a gidince, biz Antalya'da yaşayanların, hemen burnumuzun dibindeki bu kültürel ve doğal hazineyi neden keşfetmediğimize, Çakırlar'da gidip tıka basa midelerimizi doldurmakla meşgulken  hemen ilerisindeki Solym dağını bilmememize,, yada bir mahalle gibi kullandığımız Korkuteli'ne gidip gelirken "yaa bu Termessos da neymiş" diye merak etmememize, çocukları doğayla tarihin birlikteliğini gösterip, yaşatabileceğimiz bu güzellikten mahrum bırakmamıza nasıl da hayıflanıyor insan.. Biraz yürümek, temiz hava solumak bizi bozuyor herhalde.. tembeliz, üşengeciz, ilgisiziz vesselam!...

Termessos antik kenti, zor coğrafyası, örenyeri olmasının yanısıra milli park alanı olarak da korunuyor olması, yoğun bitki örtüsü nedenleriyle geçirdiği depremler sonrası olduğu gibi kalmış, kaçak kazı yapanlar pek ulaşamamış, yine aynı nedenlerle arkeolojik bilimsel kazı ve restorasyon çalışmaları gerçekleştirilememiş, o nedenle gizemini hep korumuş mistik bir yer..

Termessos'a varır varmaz Kazım ile yollarımız otoparkta ayrıldı:)) aslında ekibin amacı, Termessos ile kuzeydeki Ariassos arasındaki yol bağlantısını, patikaları bulmak, yürümekti.. Ama başlangıç noktası Termessos olunca, kenti bir teftiş etmeden, antik tiyatrodan Antalya'nın  yerinde durup durmadığına, denizden gelen bir tehlikenin olup olmadığına bakmadan, ebedi hayatlarını yaşayan Termessos halkının mezarlarının arasından geçerken bir "merhaba" demeden gitmek olmazdı tabii ki:)))

Kumanyalarımızı, sularımızı sırt çantalarımıza alıp, Kazım ile buluşacağımız noktayı kararlaştırdıktan, örenyerinin bekçisiyle muhabbetimizi yapıp, çay-kahve ikramını başka zaman diyerek alacak defterine yazdıktan sonra nekropol ziyaretiyle başladık gezmeye:)) 

O kadar çok lahit vardı ki!... sanki birçok kaset üst üste yığılmıştı:))) lahitlerin yosunlaşmış ve renklenmiş yüzeyleri, yeşil ile kucaklaştığından, insanı bambaşka bir ruh alemine götürüveriyordu:))

         

Bazı lahitlerin üzerinde yer alan ve mezarı, içindekileri koruduğuna inanılan griffonlar ne yazık ki, mezarı da, içindekileri de koruyamamışlardı...


Kenti gezerken Termessoslulara  hayran olup, zekalarına, mimari ve mühendisliklerine şapka çıkartıyorsunuz mutlaka.. zengin bir kentmiş, bunu anlayabiliyorsunuz.. "yaaa adamlar nasıl yapmış.." klişe cümlesi birçok kez istemeden ağzınızdan dökülüveriyor:))) 

Su kaynakları yok ama su sistemleri var..coğrafi şartların zor olduğu bir konumda birçok anıtsal yapıya sahipler.. üstelik kayayı dantel gibi işlemişler, sanata çevirmişler.. vee yazmışlar.. 







           

  

  

  

Termessos, gördüğüm en çok mezar yapısı olan antik kent neredeyse.. her yer mezar.. ölüler kenti.. sanki insanlar buraya ölmeye, gömülmeye gelmişler..





Kayada oyulmuş mezarların birisinin iki köşesine yapılmış baş kabartmasını, ben iri gözleri ve dudakları nedeniyle Buda'ya benzettim ama ekip arkadaşlarımı, özellikle de Michele'yi ikna edemedim ne yazık ki:)))  


        

Tiyatroya doğru çıkarken birçok mezarın, sarnıcın, tapınağın ve tabii ki agora'nın yanından geçtik.. agora müthiş bir yer.. revakları, heykel kaidelerini, gerisindeki dükkanları zihninizde canlandırabiliyor, birisine manav, bitişiğindekine Michele gibi kuyumcu diyebiliyorsunuz:)))



Çıkıyorsunuz.. çıkıyorsunuz.. ve beklenen an.. sahne:))) tiyatrodasınız:))) şöyle ayakları Antalya'ya karşı uzatıp mola vermeyi hak ediyorsunuz.. biz de hak ettik:))) 



                  

Ama heyecanlı heyecanlı konuşup, fotoğraflar çekerken birden yalnız olmadığımızı fark ettik.. 


Termessos, antik kent olarak çok özel, ama onu en özel kılan bir başka şey bulunduğu konum.. aynı zamanda milli park alanı olan güllük dağı ve çevresi birçok endemik bitki ve hayvan türüne yaşam alanı sağlıyor.. bunlardan en bilineni de dağ keçileri, yöresel adıyla geyik.. kış ayları keçilerin çiftleşme dönemi olduğundan milli park görevlileri kaçak avcılar konusunda daha hassas.. öyle olunca bizim de tiyatroda bir sorgumuz yapılıyor:)) o kadar korumaya karşın avlanmaya çalışan oluyormuş ne yazık ki.. ama verilen 17 bin liralık ceza gerçekten caydırıcı geldi bize.. benzer cezalar kültür varlıklarını tahrip edenler için de olsa keşke diye kendi aramızda hemen bir değerlendirmesini bile yaptık:)))



                     

             

Tiyatrodan, Antalya'nın yerli yerinde durduğunu gördükten sonra meclis binasına uğradık... meclis çalışıyordu:))) 



Şehrin asıl tanrısı olduğu söylenen Zeus Solymeus'a ve Artemis'e ait tapınakların ardından kahraman Alcetas'ın mezarına doğru yol aldık.. Termessosun yaşlıları Alcetas'a kucak açmış gibi yapıp onu düşman Antigonos'a teslim etmeyi planlamışlar.. Alcetas bunun farkına varınca teslim olmak yerine kendini öldürmeyi tercih etmiş.. Termesoslular, Antigonos'un kente saldırmasını engellemek amacıyla Alcetas'ın ölüsünü ona teslim etmişler.. Aynı İlyada destanında anlatılan Hektor'un cesedine yapıldığı gibi Alcetas'ın cesedini de ata bağlayıp üç gün boyunca yerlerde sürüklemişler.. sonrasında Termessos'un gençleri  Alcetas'a yakışır bir mezar yaparak onu onurlandırmaya çalışmışlar ama Alcetas gittikten sonra neye yarar.. arkadan vurulmuş zavallıcık..




Öğlen yemeğimizi at üzerindeki kahramana karşı yedik.. menümüzde simit, peynir, domates, biber vardı.. Işılay'ın annesinin nefis böreğini de unutmamak lazım.. tatlımız ise susam memleketi Antalya'nın geleneksel tatlılarından Zamora'nın tahin helvasıydı... Alcetas, yediklerimize imrenmiş midir bilmiyorum ama bizim midelerimiz durumdan çok memnundu:))

Alcetas'ın mezarından sonra asıl görevimiz başladı.. kuzey kapısına doğru yol aldık.. mezar ile kapı arasındaki patika kullanılmadığından bitkilerle kaplanmıştı, geçmemiz biraz zor oldu.. ama kapıyı görünce zorluk filan kalmadı aklımızda..


Kentin kuzey girişi, iki ana kaya arasındaki geçişten sağlanmış.. ana kaya üzerine işlenmiş ve günümüze kadar yaşayabilmiş bir çift, sanki kapıdan girenlere, yada bizim gibi çıkanlara "merhaba" ve "hoşçakal" diyordu.. 


Çiftin hemen yanında kayaya oyulmuş bir mezarın içinde Hades'e açıldığına inanılan kapı kapalı duruyordu.. geçen geçmiş, ardından kapılar kapanmış, bir daha geri dönememişti...

  

Kuzey kapısından geçtikten sonra, Bük ormanlarına kadar uzanan güzergah, rehberimiz için de ilk deneyim olacaktı..yine mezarların arasından sanki bizim için açılmış, temizlenmiş, taş kulelerle işaretlenmiş patikayı neşeyle izlerken, kendimizi birden taş döşeli, geniş bir antik yol üzerinde bulduk..



Böyle bir yol ile karşılaşmayı hiç beklemediğimiz için, yeni birşey keşfetmişçesine mutluluktan uçuyorduk.. Öyle uçtuk ki, antik döşeli yolu takip etmeyi, temizlenmiş, işaretlenmiş patikayı takip etmeye tercih ettik ve ettiğimizi bulduk:)))


                       

Antik yol o kadar güzeldi ki, arkadaşlardan pek kabul görmese de:))  İskender'in kente kesin bu yoldan çıkmaya çalıştığı, etraftaki mezarların yapılan mücadele de ölen kahraman Termessos askerlerine ait olduğuyla ilgili birçok hayalimi yürürken dillendirdim:)) arkeoloji, temel bilimsel verilerin dışında büyük oranda tahmin ve hayal değilmiydi sonuçta???

          

Antik yol, doğal kaya üzerine birçok nişin işlendiği, Bük ormanlarını ve Kazım'ı yukarıdan görebildiğimiz, sesimizi aşağıya duyurmaya çalıştığımız bir noktadan sonra takip edilemez oldu..


İşte ne olduysa ondan sonra oldu:)) Yolunu kaybetmiş bizler, yoğun çalıların, dikenli sarmaşık dallarının arasında buluverdik kendimizi.. Hiç bir iz olmadan kendi yolumuzu kendimiz açmaya çalıştık.. Bir noktadan sonra da yol bulma umudumuzu kaybedip, yokuş aşağı bir an önce Bük ormanlarına ulaşabilmek için bıraktık kendimizi.. bazı noktalarda biz kendimizi bıraksak da dikenli dallar bizi bırakmadı:)) her yerimiz çizildi.. kıyafetlerimizin içi kuru yaprak ve dallarla doldu:)) 




Hava kararmak üzereyken yola, tam da Kazım'ın bizi beklediği noktaya çıkıverdik.. Kazım bizi sandalyeleri açmış, kahveyi yapmış, yanında iki milli park görevlisiyle birlikte bekliyordu.. bizim patikadan çıktığımızı, yolu kaybettiğimizi tahmin etmişler ama telsizimiz de kapalı olduğundan ulaşamamışlar.. meğer yol o kadar düzgün ve kısaymış ki.. sadece antik yolu değil, patikayı ve işaretleri takip etmemiz gerekiyormuş:))) ama antik yolu görmüş macera ruhlu bizleri böyle düzgün yollar kesmezdi.. illa bir yerlerimizi çizmemiz gerekirdi:)))

Gün biterken kum saati tersine dönmüş, Antalya'nın akşam trafiğiyle birlikte Termessos rüyası yerini, gerçek dünyaya bırakmıştı..

Ama Termessos, herkesin kendi rüyasını, kendi keşfini yaşaması için yerli yerinde duruyor.. sahne hazır, dekor hazır, figüranlar, objeler hazır.. film için, üstelik kendimizin kurgulayacağı, yöneteceği, oynayacağı bir film için sadece bizim beyaz cam yada perde yerine antalya-korkuteli yolundan termessos girişinden içeri girmemiz bekleniyor..


Eee.. buyrun o zaman:))))








































































































































































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder