5 Mayıs 2016 Perşembe

pisidia yürümeleri 5


Birkaç gün önce yeni aldığım arazi botlarım geldi.. Bunlar ikinci:)) İlk botlarımı 1 Ekim 2013'de colombia'dan almıştım.. Tarih, tarih olmuş bir tarih... Bana satan çocuk, bu size en az 10 yıl gider demişti:))  Oysa benimkiler 2,5 yılda yüzüne bakılamayacak hale geldiler:)))

Çok sık araziye gitmeme rağmen buna uygun bir ayakkabı almam gerektiği hiç aklıma gelmemişti.. Her çeşit spor ayakkabısı, bir arkadaşımın söylediği şekliyle deri botlarla araziye çıkardım.. Benim de Sindirella gibi bir ayakkabı hikayem oldu.. ama sonu mutlu bitmedi.. Çok düştüm arazilerde...

Yeni botlarımla evde yürüyüş denemeleri yaparken, bakalım ilk nerede kullanacağım diye merak ediyordum ki pisidia yürümelerimizin en son etabını paylaşmadığımın farkına vardım:)))


Evet, bitirdik parkuru.. Ben işler nedeniyle tümüne katılamasam da ekip tamamladı Vallahi:)) en son tüm rotayı haziranda baştan sona aralıksız yürüyecekler.. sonrasında ise yapılan çalışmalar İnşallah hizmetinizdeler:)))

Ekip, son parkuru 26-30 mart arasında yürüdü.. ben 26-27-28 martta ekip ile birlikteydim.. Yine çok eğlendik, çok yedik:)))

Yürüyüşün ilk günü 26 mart cumartesiydi.. sabah yola çıkacaktık.. o sabah Kayseri'den anneannem de geldi... pamuk prenses bizimle bir ay kadar kalacağından onu bırakıp gidiyor olmanın suçluluğunu az taşıyordum:)) Kahvaltıyı birlikte yaptık.. Kayseri'den neler getirdiği tahmin edilebilir şeylerdir sanırım:))) 

Gelenlerden güzel bir yolluk hazırladık.. Ekip arkadaşlarım hizmette sınır yok diyerek beni evden aldılar:))) Nasıl özlemiştik birbirimizi.. Yollar, dağlar bizi bekliyordu.. 

Bu sefer yürüyüş Kovada gölünden başlayacaktı.. Hedef, kovada-kapıkaya-kremna-milyas bağlantısıydı..

Yol uzun olduğundan, yürüyüşe başlayacağımız Kırıntı köyüne varmadan acıktık.. öğlen yemeğimiz, yanımızda getirdiğimiz güzel kahvaltılıklar ve pastırmaydı:)) Üzerinin tatlısı ise Işılay ile Michele tarafından İtalya'dan getirilmiş koskocaman çikolatalı bir kekti.. O kadar kocamandı ki, tüm yürüyüş boyunca yemek sonrası tatlı görevini başarıyla yerine getirebildi:))


Bu ilk molamız çok özel bir an değildi aslında.. yedik, kalktık, yollara düştük.. Sonrasında rehberimiz Ümit, çakısını yemek yediğimiz yerde düşürdüğünü fark etti ama geri dönmedik.. Ben olsam herhalde kayboldu diye üzerinde durmazdım ama araştırmacı rehberimiz bizden sonra tekrar gidip, eliyle koymuş gibi çakısını bulup, fotoğrafıyla belgeledi:))


Kırıntı köyü kırıntı kadar.. Küçücük, göl kenarında çok sevimli..


Yürüyüşe başlamadan önce bir Kırıntı hatırası yaptık kendimize:)))



Yukarılara çıktıkça, manzara çok etkileyici olmuştu.. Kovada gölü uzanıyordu karşımızda.. 




Gölün çevresi aynı zamanda Milli Park ve Doğal Sit Alanı.. St. Paul yürüyüş rotası da Kovada gölünden geçerek Yalvaç'a doğru devam ediyor..


Yürüyüş yaptığımızda mart ayıydı ve ağaçlar henüz yapraklanmamıştı.. ama kayaların arasından çıkmış yabani sıklamen çiçekleri baharı müjdeliyordu..


Hava soğuktu fakat yokuş çıkmaya başlayınca iyice ısındık:))


Yürürken çalıların arasından gelen "tak tak" seslerinin sahiplerini yakalamıştık.. Eee ne de olsa bahar gelmişti.. Her yer ve herkes gibi onlarda coşmuştu:))


Meteoroloji yağmur gösteriyordu ama ekibin ve tabii ki koordinatörümüz, direktörümüz sevgili Işılay'ın şansına koca bulutlar, gölgelerini karşı dağlara bırakıyordu...


Biraz ilerledikçe çamların arasından görünen karlı Davraz Dağı, kışın nispeten devam ettiğini hatırlattı bize:))


Etraf sessiz, huzurlu.. tarım terasları, terk edilmiş kırsal nitelikteki yapılar.. artık kullanılmayan, kullanılmadığı için huzurla birlikte tuhaf bir şekilde hüzün veren kırsal coğrafya... Sessizce yürüyor, kırsalın fotoğrafını, kırsalın fotoğrafını çekenin fotoğrafını çekiyorduk:)))



Hedefimiz Çukurca/Çukurköy'e ulaşmaktı.. Yürüdükçe köy karşımızda görünmeye başlamıştı.. Kazım ile de buluşmuştuk..Yol bundan sonra araba ile gitmeye müsait gibiydi.. Yada biz öyle zannediyorduk:))


Yol bozulmaya başladığında, biz arabadan iniyorduk, Ümit taşlardan arabayı geçiriyordu, sonra tekrar biniyorduk.. Yine arabadan indikten ve Ümit yolun bozuk kısmını geçtikten sonra Kazım bana "atla!.." dedi, ben de atladım, ama arabanın içine değil:))) Işılay, sağ olsun bol bol fotoğraf çekti.. Arabanın dışında gitmek çok eğlenceliydi:)) 



Ümit'in o kadar çabalarına rağmen yol iyice bozuldu ve Kazım bizi bırakıp arabayla köye diğer taraftan ulaşmak üzere ayrıldı.. Neyse ki yolumuz az kalmıştı:)) Köye varmıştık bile:))


Köyde her yerden su akıyordu.. Doğal olarak, köylülerde su kaynaklarıyla övünüyor, bize kaynakları görüp görmediğimizi soruyordu:))


Su kaynaklarının yanı başında köylüler ile birlikte çalba çayı içtik.. Para ödeyemedik ne yazık ki..almadılar.. kentlerin dışında kırsalda insanların gönlü o kadar zengin ki.. sadece sohbet istiyorlar.. güler yüzlerini hiç eksik etmiyorlar.. Ümit, "sabah tekrar uğrarız ama o zaman parasını alırsınız" dedi, kabul ettiler de biz uğrayamadık bir daha!..

Köyün bir de çok güzel bakkalı vardı.. Etrafımızdaki promosyon tabela kirliliğinden sonra mavi bir boya ile yazılmış "bakkal" yazısı o kadar yalındı ki!.. 


Kazım ile buluşup, arabamıza bindik.. akşam da olmaya başlamıştı.. Konaklayacağımız Eğirdir'e doğru yola çıktığımızda kırsalda her yaşta ve cinsiyette, zamanda çalışmanın sonunun olmadığını penceremizin dışındaki hayattan görebiliyorduk...


Akşam Eğirdir Yeşilada'da bulunan Mavigöl Uygulama Otelinde kalacaktık.. Ama yemek orada değildi.. Yemek konusu önemliydi ve Ümit tarafından özenle otelin yanındaki Big apple restaurant seçilmişti:))

Ayrıca ekibimize Ümit'in üniversiteden arkadaşı Levent, eşi ve iki kızı ile katılmıştı.. Onlar, çok uzaklardan.. taa Amerika'dan, Miami'den gelmişlerdi.. eşi Küba asıllı bir amerikalıydı.. doğal olarak kızlarda:))) ne güzel, amerikalımız olsun, italyanımız olsun, ekibimiz bayağı renkliydi:)))

Çok ama çok açtık.. Önümüze ne gelse yiyebilirdik.. Öyle şeyler yedik ki anlatamam, gidilip tadılması lazım.. Ümit'in, restaurant sahipleriyle yıllardır devam eden dostluğunun olduğunu duyunca şaşırmıyoruz artık.. o öyle birisi işte!.. salatalar, zeytinyağlılar, turşular, kerevitler, göl levreği olan sudaklar, kırmızı etler, kızlar için kızarmış patatesler..yok yoktu.. bir pasta yoktu.. o da tesadüf doğum günü kutlayan yan masadakiler tarafından getirilmişti..Allah gözümüzü değil, karnımızı da tıka basa doyurmuştu:)))

Dışarıda buz gibi rüzgar esiyordu ama içeride sohbet sıcacıktı..rüzgarın poyraz olup olmadığı bir ara iddia konusu bile oldu:)) Ümit ile Levent'in gençlik, arkadaşlık, üniversite maceralarını dinledikçe eski dostların yerinin bir başka olduğunu hatırlayıverdik...

Sabah hava güneşli ama soğuktu..Göl kenarındaki ağaçlar çiçek açmıştı.. 


İkinci günkü yürüyüş Kapıkaya'dan başlayacaktı.. Ümit, bir gün önce, Kapıkaya-Çukurca arasındaki patikada bize rehberlik yapsın diye Kapıkaya'nın bekçisini aramıştı.. Bekçi örenyerinde bizi bekliyordu..

Ve yürüyüşümüzün bu kısmına Levent, eşi ve kızlarıyla katılacaktı.. Ekip olmuştu 8 kişi:))

Kapıkaya, Isparta, Merkez'e bağlı, Güneyce ve Çukurca köyleri arasında, yüksek kayalıklara kurulmuş bir pisidia kenti.. Kente, doğal kayalardan oluşan bir kapıdan giriliyor ve araba ile ulaşılabiliniyor:))

Tıpkı Geyikbayırı'ndaki gibi kaya tırmanışlarına başlamışlar, buna göre düzenlemeler yapmışlardı.. 


Karşıdan Davraz dağı ise muhteşem görünüyordu:))





Kalabalık ekibimiz, Kapıkaya'yı fethetmek üzere çıkartma yapmıştı:)) Kapıkaya bizimdi artık :))






Kentte kısa bir tur attıktan sonra yürüyüşümüz başlamıştı.. Rehberimiz Ümit, bekçiden patikanın tarifini almıştı.. Öğlen yemeğini Kapıkaya'da yemeyi kararlaştırdık.. Biz yürüyerek Çukurca'ya gidecektik.. Kazım bizi alıp tekrar Kapıkaya'ya getirecekti..



Patika çok rahattı.. Kızlar hiç şikayet etmeden bizimle birlikte sonuna kadar yürüdüler..

          

Yorgunluğun sonu dinlenme, eğlenme; açlığın sonu tokluktu:)) yemekte, domates, biber, peynir, zeytin, turunç reçelinin yanında eğirdir'den kasaptan alınmış sucuklarla takviye edilen ateşte pişirilmiş kayseri sucuğu vardı:)) fondaki müziğimiz ise bekçimizin sazı ve sesiydi:))




Yemekten sonra Levent'lerle yollarımız akşam buluşmak üzere ayrıldı.. Onlar Sagalassos'a, biz de Kapıkaya-Kremna bağlantısını aramak için yollara düştük :))


Bulutlar bayağı birikmişti ve ara sıra yağmur çiseliyordu.. Patika çok az bulabiliyor, araba ile orman yollarını takip ediyorduk..

Akşam, yine Big apple'daydık.. O gün biraz üşüdüğümüzden, yemeğe sıcak bir çorba ile başladık.. Gerisi ise aynı hikaye:)))

Sabah olduğunda Levent ve ailesiyle bu kez gerçekten vedalaştık.. O gün, bir gün önce araba ile geçerken tahmin ettiğimiz patikalarda yürümeyi planlıyorduk..

Şu önemli noktaya mutlaka değinmem gerekiyor:)) Ümit, üçüncü gece, Bucak'ta konaklamayı programlamıştı.. Bucak, onun yemek yenilecek yerler konusunda tecrübesiz olduğu bir yerdi ama alabalık yenileceğini biliyordu:)) sorun, alabalığın nerede yenileceği, nasıl pişirileceğiydi:)) üç gün boyunca çeşitli telefonlarla bu sorunu çözmeye çalışıyordu.. yemek mühim şeydi anlayacağınız:))

Ormanda sürekli çam ağaçlarındaki kese kurtlarını görüyorduk.. Benim, Fatih ağabey ile merakım nedeniyle yıllar önce bir  keseyi düşürmüşlüğüm ve bir kaç gün kaşınmışlığım vardı:)) Michele'de yaramaz bakışlarıyla "deneyelim mi??" deyince, sopayı alıp, yine bir keseyi düşürdük ağaçtan:)) içinden bir sürü yeşil kurt çıktı:)) bu kese kurdu macerası, gurubumuza Ümit tarafından verilen, "Kese Kurtları" ismini de kazandırmış oldu.. :)))

   

   


 

Macera bitmiyordu.. Çoğunlukla araba ile gittiğimizden Michele ile yine arabanın dışına çıkmaya karar verdik..Ben sol, yani şoförün arka kısmındaydım.. Sudan geçilirken öyle sakin geçilmiyormuş.. öndeki tekerin yaptığı patinajla baştan aşağı çamura bulanarak bunu tecrübe etmiş oldum:)) Öyle bir haldeydim ki!.., saçım, yüzüm çamur içindeydi.. Olsun, kirlenmek güzeldi:)))

Artık Elsazı'ndan Kremna'ya çıkıyorduk..Aşağıda görünen yer, Karacaören Barajıydı..


Kremna'da bir pisidia kenti.. Burdur Müzesinde buradan çıkartılmış birçok heykel sergilenmekte.. Yapıların mimarisine, taş işçiliğine bakıldığında önemli bir kent olduğu, hemen hemen herkes tarafından anlaşılabilecek bir durum:))




Işılay, bize heyecanlı heyecanlı daha önce Stephen Mitchell ile yaptıkları Kremna seyahatinden aklında kalanları anlattı.. 


Kremna, antik dillerde "uçurum" anlamına geliyormuş.. kentin kurulduğu tepenin aşağısı gerçekten de bir uçurumdu ve kent ismini hak ediyordu..


Kremna'dan antik patikayı takip ederek aşağıya doğru indiğimizde çok güzel bir kaya mezarı gördük.. Daha doğrusu bu kaya mezarını, aşağıdan araba ile bizi takip eden Kazım'ın uyarısı bize fark ettirdi:))


Mezarın üstü, insan ve boğa yüzleri, çelenklerle süslenmişti.. Bir boğa başı kabartmasının yanındaki çiçek ise olaya ve mekana yeşillik katmıştı:))



Mezar sahiplerinden günümüze başka da bir iz kalmamıştı.. Bize kalan ise kapısında çektirdiğimiz hatıra fotoğrafıydı..


Ben ekipten o akşam ayrıldım.. Alabalık mevzusunu merak ediyorsanız eğer, evet Kestel'de akşam alabalık yedik :)) ekibi Bucak'ta bırakıp Kazım ile Antalya'ya dönerken, Ümit sabah paça çorbası içilebilecek yer bakıyordu:)) Yemek ile arası çok olmayan benim için, yemek zevki bu kadar kuvvetli insanlar, hayran olunacak nitelikteler..

Michele ve Işılay, bir gün sonra beni, ardından da son gününde sergimi ziyaret etti.. bir okula yardım etme isteğiyle dolu sevgili arkadaşlarım Ümit ile Işılay ve Michele'de sergimden hatıra fotoğraflar var..  

İşte böyle, macera şimdilik bitti.. ben bir kese kurduyum artık:)) Öyle güzeldi ki herşey... artık eski botlarımı emekli ediyorum:)) yeni botlarım var.. yeni maceralarım olacak İnşallah... bakalım onlar ne kadar süre bana eşlik edecekler:)))

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder