1 Haziran 2018 Cuma

4.PEREC’İN REHBERLİĞİNDE, SCARPA’NIN VE PEHLİVANİDİS’İN İZİNDE ATATÜRK CADDESİ-“ADALIA SURLARI GİTMİŞ, VİSBY UNESCO’YA GİRMİŞ”

Pehlivanidis,1920 Antalya’sındaki hayali gezisinde, aşağı pazarı, karşısındaki mezarlıkları, surları ve önündeki hendeği takip ederek Yeni delik (Üçkapılar) ile Karakaş Camisine ulaşıyor…

Bugün Kaleiçi olarak bilinen eski kent merkezini çevreleyen surlar, geçmişte Adalya/Adalia ismiyle anılan Antalya kent merkezini ziyaret eden gezginleri en çok etkileyen imgelerin başında yer alıyormuş… hemen hemen her gezgin yada araştırmacı Antalya’yı anlatırken surlardan mutlaka bahsetmiş…
Öyle ki, 1915 yılında Adalia’yı ziyaret eden National Geographic dergisi yazarları, kentin sur duvarlarını, inşa edildiğinden itibaren çeşitli tamirler görse de, çağlar boyunca bir bütün olarak korunmuş ve orijinal formunda kalabilmiş muhteşem bir duvar olarak tanımlayarak bu özellikleriyle Adalia sur duvarlarını İsveç’in Gotland adasında yer alan Visby kentinin sur duvarlarına benzetmişler…
Pehlivanidis de kitabında, kaleye, çok sayıdaki kulesine, içinden su akan hendeğe hayranlıkla bakıldığını anlatmış ve haritasında sur duvarlarını, hendeği, önündeki ağaçları resmetmiş…
Surlar, dışarıdan gelenleri kendine hayran etse de, kent yöneticileri ve kentliler için geç Osmanlı döneminden başlayarak hep şikayet konusu olmuş… Öncelikle sürekli bakım istediğinden maliyetli olarak görülüyormuş…
Bakımı yapılmayan surların can güvenliği açısından tehditler oluşturduğu, artık bir fonksiyonunun kalmadığı, kentin gelişimini ve hava almasını engellediği, önündeki hendeğin içinde biriken suların sıtmayı arttırdığı gibi gerekçelerle, kent yöneticileri tarafından İstanbul’a sürekli yazılar yazılmış, Osmanlı döneminde surların yıkımı için izin çıkmamış ama özellikle Cumhuriyet meydanı tarafında, surların bir kısmı yıkılmış...
Konu, Cumhuriyetin ilk yıllarında da belediye tarafından yeniden gündeme getirilerek, tarih ve sanat itibariyle kıymetsiz bazı kale kısımlarının yıkılması talep edilmiş… Maarif Vekilliği belediyeye izin vermemiş...
Ama surların yıkımı işi, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, belediye başkanı Hüsnü Karakaş döneminde gerçekleşmiş…
1930’lu yılların başında, Antalya Müze Müdürlüğü uzmanlarınca hazırlanan raporda; Belediye, sağlık gerekçesiyle yıkım konusunda ısrar etse de, bunun esas amacının, yıkılacak surların taşlarının satılması ve açılacak arsalardan gelir elde etmek olduğu, sağlık ve kamu yararı gerekçesiyle hareket edilseydi eğer, hava sirkülasyonuna engel olmamak adına, yıkılan arsalarda sur gibi yeni binaların yapılmasına izin verilmeyeceği belirtilerek, özellikle aşağı pazar kısmında yapılan dükkanlara gönderme yapılmış…
Müze müdürü Süleyman Fikri Erten’in “…her yere müracaat ettim, her şeyi yaptım, durduramıyorum…” dediğini oğlu Saadettin Erten anılarında anlatmış…
1933 yılının ocak ayında Asarı Atika müfettişi Remzi Oğuz, kalelerin durumunu görmek için şehre gelip, kentliye kalelerin, surların birer tarihi belge olduğunu, alelade görünen bir surun bazen çok önemli bir tarihi belge olabileceğini anlatan bir konferans verse de surların yıkımı o dönemin entelektüel kesiminden de destek görmüş…
Mazlum Adıson, Vala Nurettin’e (Vanu) 15 şubat 1944 tarihinde yazdığı yazıda “…Kalelerimizi yıkarak, kadınlarımızdan önce şehrimizin peçesini kaldırdık ve biraz görmek, nefes almak imkanı verdik…” demiş…

Çağlayan dergisinin 1936 yılı ekim sayısında Mehmed Hikmed Öner, yılların, yağmurların, rüzgarların aşındırdığı oyma taşları medeniyetin hatıralarını canlandıran, saldırılara karşı bir dalgakıran görevini asırlarca omuzunda şerefle taşıyan Antalya’nın kale duvarlarının yer yer yıktırıldığını aslında üzülerek anlatıyor ama “… zaman ne kadar vefasız… bir zamanlar insanların hayatını kurtarmak, savunmayı kolaylaştırmak için kurulan bu duvarlar bugün ne garip ve ne acı bir tesadüftür ki yine insanların hayatını kurtarmak için yıktırılıyor… kale duvarlarının yerinde Toroslardan kopup gelen yayla rüzgarlarının havayı kamçılayan kırbaçlarının sert şaklayışı duyulacak… buda çok doğaldır, çünkü zaman bir çağlayan hızıyla durmadan akan bir inkılaptır, önünde hiçbir kuvvet duramaz… kale duvarları da bizim gibi ölmeye mahkum bir varlıktır…” sözleriyle süreci olağan karşılıyor…
Bir zamanlar National Geographic gezginlerinin Antalya’yı surları nedeniyle benzettiği Visby kentinin surları-burçları ayakta ve bugün Unesco Dünya Kültür Mirası listesinde...
Üzgünüm ki, Antalya’da, dış sur ve burçların Atatürk caddesindeki bir kısmı dışında büyük bir bölümü bilinçli olarak yıkılıp kaybedilmiş, onun yerine yeni duvarlar örülmüş…
Atatürk Caddesi üzerinde, kaybedilen surların büyük çoğunluğu Dönerciler Çarşısından, Üçkapılar’a kadar olan kısımda ve bugün araba bile park edilebiliyor…
Surların yıkılmasıyla, Dönerciler çarşısından sonra, sur hattından Kaleiçi’ne bir giriş-çıkış kapısı açılmış…

Hat üzerinde, 1947 yılında Ziraat Bankası, ardından Türk Ticaret Bankası (2000’li yıllardan itibaren Garanti Bankası olarak hizmet vermekte), 1970’lerde de Ali Oğuz Konuk İşhanı yapılmış…
Ali Oğuz Konuk İşhanının yapılmasıyla 1970’lerin sonunda bu İşhanında Antalyalı hanımlar için önemli ve büyük bir giyim mağazası olan ESER mağazaları açılmış… AVM’lerin, internet alışverişlerinin olmadığı, terzilerin tercih edildiği bir dönemde, özel günler için mağazalarda abiye kıyafet bulmak elbette zormuş… sonra ki yıllarda da büyük beden ve orta yaş üstü olup, şık kıyafetler bulabilmek her zaman sıkıntılıydı… o yüzden, benim annem de dahil olmak üzere birçok kadın için kurtarıcı bir mağazaydı Atatürk Caddesindeki ESER mağazası…

Ama yıllarca dirense de o da yenildi AVM’lere… aynı pasajın köşesindeki MÜJDE mağazası gibi… önce MÜJDE mağazası kapandı, çikolatacı oldu… sonrasında yine bir giyim mağazası… ESER mağazasının yerine ise kiralık ilanının ardından, caddenin konseptine uygun olarak bir cep telefonu aksesuar mağazası geldi… böylelikle cadde üzerinde, kentin hafızasında yer alan “..çok şıkmış../ESER’den aldım…” değeri kaybedilmiş oldu ne yazık ki…
Üçkapılar ile bankalar arası, bir dönem yazlık sinema olarak da kullanılırmış… Yenikapı’daki Elhamra sinemasının makinistlerinden Sezai Gürel ve ilk rehberlerinden avukat Ethem Soykam anılarında, Elhamra’nın yazlık sinemasının Atatürk caddesi üzerindeki Ziraat Bankasının hemen güneyinde Ali Oğuz Konuk İşhanı ile Üçkapılar arasındaki boşlukta, çitlembik ağaçlarının gölgesine kurulan onar onar gruplanmış, bine yakın tahta kahvehane sandalyelerini anlatıyorlar…
Elimizde kalan surlar korunmaya, Sur Önü olarak adlandırılan bölgede surların açığa çıkartılması, çevresinin düzenlenmesi amacıyla kısmen açık alan düzenlemeleri yapılsa da, surların onarımına yönelik bir uygulama henüz gerçekleştirilemedi…
Surların ve yolun karşında, hal binasından Karakaş camisine kadar olan kesimde ise, 1970’lere kadar, tek ve iki katlı, zemini genelde dükkan olarak kullanılan yapılar sıralanıyormuş... 1930’larda hal binasıyla birlikte yapılan, belediyenin Karakaş ekmek fırını da bunların içindeymiş…
1936 yılındaki bir gazetede yer alan, “karşısında Doktor Bay Sabri’ye satılan arsa bulunan, Atatürk caddesi üzerinde, Çürüklük mezarlığındaki bir arsanın” satılık ilanı, Atatürk Caddesinin bu kısmının da, Üç Kapılar-Yenikapı arası kısmı gibi önem kazanmaya başladığını gösteriyor…
Zaten, 1944 yılında kurulan kentin şehir kulübünün ilk mekanı da kentin prestijli caddesi Atatürk Caddesi'nde, Ziraat Bankası'nın karşısında, köşede altı dükkan olan iki katlı binanın üst katıymış…
1950’lerde kulüp Fener semtine gidince, 1956 yılında, şehir kulübünün boşalttığı binaya Hürriyet Partisi taşınmış… bugün olmayan Hürriyet Partisi, parti yönetimiyle ters düştükleri için DP'den ayrılan 19 muhalif milletvekili tarafından 20 Aralık 1955'te kurulan merkez partisiymiş ve 1958 yılında kapanmış…
Muammer Aksoy, Necip Alayeli, Ayhan Kemaloğlu, Asım Okur, Kemal Gököz, Şevket Taşkan, Cahit Günal, Mazlum Emin Adıson, Abdullah Canöz 27 ekim 1957 tarihinde yapılan ve kaybedilen seçimlerde, Hürriyet Partisi Antalya milletvekili adayları…
Sıtma Savaş Baştabipliği de, 1950’lerde Karakaş cami yanındaki binadaymış… Yenikapı’daki Sağlık İl Müdürlüğü de 1955 yılının kasım ayında aynı binaya taşınmış…

Kasap Halinin yıkılıp yerine İşhanının yapılması, plan kararlarının da buna olanak vermesiyle, 1970’lerle birlikte, Karakaş Camisine kadar olan kısımda alt katları Pasaj düzeninde, 7-8 katlı binalar yapılmaya başlamış…
Bugün oldukça eskimiş bir halde olan yapıların pasaj kısımları halen kullanılsa da boş dükkanlar çoğunlukta… aynı şey üst katlar için de geçerli… çoğu boş, kiralık, satılık ofisler, daireler… Prestijli cadde, kimlik değiştirmiş durumda…
Buna karşın çamaşırları, saksıdaki çiçekleriyle, binalardaki daireleri konut olarak kullanmaya devam edenler var… Cadde kullanımları dışında yukarılardan o kadar kopmuşum, büro-ofis kullanımını o kadar kabul etmişim ki, fotoğraf çekerken fark ettiğim çamaşırlar, çiçekler beni çok şaşırttı…
Binaların caddeye cephe veren zemin kısımlarındaki dükkanlar ise, para çekip, sabah simit, öğlen köfte, akşam balık yiyip, kahve içmek, sonrasında kozmetik alışverişi yapmak isteyenler tarafından yoğun kullanılıyor…
Değirmenönü Caddesi ile Atatürk caddesinin köşesinde, önemli bir nirengi noktası olan Karakaş Camiinin basit mimariye sahip eski binası 1992 yılında yıkılmış, minaresi korunmuş…
 
Yerine yapılan bugünkü taş caminin projesi, ülkemizin en önemli mimarlarından, Ağahan Mimarlık ödülü sahibi, Antalya doğumlu Turgut Cansever’e ait… 

Günümüzde genelde eskinin yerine yapılan yapılar, bir öncekinden çok daha niteliksiz oluyor… Oysa Karakaş Camiinin şimdiki yapısı, mimari olarak, eskisinden daha özel ve güzel yapılan nadir yapılardan birisi herhalde…
 
Karakaş camisinin bitişiğinde yer alan Karakaş fırınının  olduğu yapı gurubu da camiyle aynı dönemlerde yıkılmış ve yerine imar planının verdiği 7 kat izniyle bina yapmak üzere hazırlıklara başlanmış…
Ancak, Karakaş Camii yapma heyeti ile proje müellifi Turgut Cansever’in, camii yanında ve üç kapılar karşısında yapılacak böyle bir kütlenin yaratacağı olumsuzluklar konusunda yaptığı girişimler sonucu, 7 kat izni iptal edilmiş…
Bugün bu alan boş durumda ama çevresindeki paravanlardan ve eline mikrofon almış iki Romalı heykelin şarkılarından bu boşluk fark edilmiyor...
1927-1928 Yılı Türkiye Cumhuriyeti Sâlnâmesi’ne göre Antalya’da bulunan belli başlı 8 fabrikadan biri, Üçkapılar’ın kuzey kulesinin girintisinde bulunan ve su ile çalışan imalathane niteliğindeki Alat-ı ziraiye tamirhanesiymiş…
İdare-i Hususiye ait bu tamirhane malzemeleri 1935 yılında satılığa çıkartılmış…
Eski bir fotoğrafta, at arabasının gerisinde uzaktan görselini bulabildiğim, Pehlivanidis’in bahsetmemesi, Scarpa haritasında gösterilmemesi nedeniyle Rumların Antalya’dan ayrıldığı 1922’den sonra yapıldığını tahmin ettiğim tamirhanenin izlerini kuzey burcundaki çatı izleriyle yakaladığımı düşünüyorum… 😊
Üçkapılar’dan geriye dönüp bakıldığında, eskiden mezarlıkların, hal binasının, surların yer aldığı hatta, ortadaki palmiye ve hurma ağaçlarını çevreleyen yeni duvarları görmek mümkün… Dopdolu alanda Karakaş Camii’nin yanındaki boşluk kalmış bir tek elimizde… 

5. BÖLÜM PEREC’İN REHBERLİĞİNDE, SCARPA’NIN VE PEHLİVANİDİS’İN İZİNDE ATATÜRK CADDESİ-“ANTALYA’NIN KAPISI”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder