Pehlivanidis,1920 Antalya’sındaki
hayali gezisinde, aşağı pazarı, karşısındaki mezarlıkları, surları
ve önündeki hendeği takip ederek Yeni delik (Üçkapılar) ile Karakaş Camisine
ulaşıyor…
Bugün Kaleiçi olarak
bilinen eski kent merkezini çevreleyen surlar, geçmişte Adalya/Adalia ismiyle anılan
Antalya kent merkezini ziyaret eden gezginleri en çok etkileyen imgelerin
başında yer alıyormuş… hemen hemen her gezgin yada araştırmacı Antalya’yı
anlatırken surlardan mutlaka bahsetmiş…
Öyle ki, 1915 yılında
Adalia’yı ziyaret eden National Geographic dergisi
yazarları, kentin sur duvarlarını, inşa edildiğinden itibaren çeşitli tamirler
görse de, çağlar boyunca bir bütün olarak korunmuş ve orijinal formunda kalabilmiş
muhteşem bir duvar olarak tanımlayarak bu özellikleriyle Adalia sur
duvarlarını İsveç’in Gotland adasında yer alan Visby kentinin sur duvarlarına
benzetmişler…
Pehlivanidis de kitabında,
kaleye, çok sayıdaki kulesine, içinden su akan hendeğe hayranlıkla bakıldığını
anlatmış ve haritasında sur duvarlarını, hendeği, önündeki ağaçları resmetmiş…
Surlar, dışarıdan
gelenleri kendine hayran etse de, kent yöneticileri ve kentliler için geç
Osmanlı döneminden başlayarak hep şikayet konusu olmuş… Öncelikle sürekli bakım
istediğinden maliyetli olarak görülüyormuş…
Bakımı yapılmayan
surların can güvenliği açısından tehditler oluşturduğu, artık bir fonksiyonunun
kalmadığı, kentin gelişimini ve hava almasını engellediği, önündeki hendeğin
içinde biriken suların sıtmayı arttırdığı gibi gerekçelerle, kent yöneticileri
tarafından İstanbul’a sürekli yazılar yazılmış, Osmanlı döneminde surların yıkımı
için izin çıkmamış ama özellikle Cumhuriyet meydanı tarafında, surların bir kısmı yıkılmış...
Konu, Cumhuriyetin ilk
yıllarında da belediye tarafından yeniden gündeme getirilerek, tarih ve sanat
itibariyle kıymetsiz bazı kale kısımlarının yıkılması talep edilmiş… Maarif
Vekilliği belediyeye izin vermemiş...
Ama surların yıkımı
işi, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, belediye başkanı Hüsnü Karakaş döneminde
gerçekleşmiş…
1930’lu yılların
başında, Antalya Müze Müdürlüğü uzmanlarınca hazırlanan raporda; Belediye,
sağlık gerekçesiyle yıkım konusunda ısrar etse de, bunun esas amacının,
yıkılacak surların taşlarının satılması ve açılacak arsalardan gelir elde etmek
olduğu, sağlık ve kamu yararı gerekçesiyle hareket edilseydi eğer, hava
sirkülasyonuna engel olmamak adına, yıkılan arsalarda sur gibi yeni binaların
yapılmasına izin verilmeyeceği belirtilerek, özellikle aşağı pazar kısmında
yapılan dükkanlara gönderme yapılmış…
Müze müdürü Süleyman
Fikri Erten’in “…her yere müracaat ettim, her şeyi yaptım, durduramıyorum…”
dediğini oğlu Saadettin Erten anılarında anlatmış…
1933 yılının ocak
ayında Asarı Atika müfettişi Remzi Oğuz, kalelerin durumunu görmek için şehre
gelip, kentliye kalelerin, surların birer tarihi belge olduğunu, alelade
görünen bir surun bazen çok önemli bir tarihi belge olabileceğini anlatan bir
konferans verse de surların yıkımı o dönemin entelektüel kesiminden de destek
görmüş…
Mazlum Adıson, Vala
Nurettin’e (Vanu) 15 şubat 1944 tarihinde yazdığı yazıda “…Kalelerimizi yıkarak, kadınlarımızdan önce şehrimizin peçesini
kaldırdık ve biraz görmek, nefes almak imkanı verdik…” demiş…
Çağlayan dergisinin
1936 yılı ekim sayısında Mehmed Hikmed Öner, yılların, yağmurların, rüzgarların
aşındırdığı oyma taşları medeniyetin hatıralarını canlandıran, saldırılara
karşı bir dalgakıran görevini asırlarca omuzunda şerefle taşıyan Antalya’nın
kale duvarlarının yer yer yıktırıldığını aslında üzülerek anlatıyor ama “… zaman ne kadar vefasız… bir zamanlar
insanların hayatını kurtarmak, savunmayı kolaylaştırmak için kurulan bu
duvarlar bugün ne garip ve ne acı bir tesadüftür ki yine insanların hayatını
kurtarmak için yıktırılıyor… kale duvarlarının yerinde Toroslardan kopup gelen
yayla rüzgarlarının havayı kamçılayan kırbaçlarının sert şaklayışı duyulacak…
buda çok doğaldır, çünkü zaman bir çağlayan hızıyla durmadan akan bir
inkılaptır, önünde hiçbir kuvvet duramaz… kale duvarları da bizim gibi ölmeye
mahkum bir varlıktır…” sözleriyle süreci olağan karşılıyor…
Bir zamanlar National
Geographic gezginlerinin Antalya’yı surları nedeniyle benzettiği Visby kentinin surları-burçları ayakta ve bugün Unesco Dünya Kültür Mirası listesinde...
Üzgünüm ki, Antalya’da, dış sur
ve burçların Atatürk caddesindeki bir kısmı dışında büyük bir bölümü bilinçli
olarak yıkılıp kaybedilmiş, onun yerine yeni duvarlar örülmüş…
Atatürk Caddesi
üzerinde, kaybedilen surların büyük çoğunluğu Dönerciler Çarşısından,
Üçkapılar’a kadar olan kısımda ve bugün araba bile park edilebiliyor…
Surların yıkılmasıyla, Dönerciler
çarşısından sonra, sur hattından Kaleiçi’ne bir giriş-çıkış kapısı açılmış…
Hat üzerinde, 1947
yılında Ziraat Bankası, ardından Türk Ticaret Bankası (2000’li yıllardan
itibaren Garanti Bankası olarak hizmet vermekte),
1970’lerde de Ali Oğuz Konuk İşhanı yapılmış…
Ali Oğuz Konuk
İşhanının yapılmasıyla 1970’lerin sonunda bu İşhanında Antalyalı hanımlar için
önemli ve büyük bir giyim mağazası olan ESER mağazaları açılmış… AVM’lerin,
internet alışverişlerinin olmadığı, terzilerin tercih edildiği bir dönemde,
özel günler için mağazalarda abiye kıyafet bulmak elbette zormuş… sonra ki
yıllarda da büyük beden ve orta yaş üstü olup, şık kıyafetler bulabilmek her
zaman sıkıntılıydı… o yüzden, benim annem de dahil olmak üzere birçok kadın
için kurtarıcı bir mağazaydı Atatürk Caddesindeki ESER mağazası…
Ama yıllarca dirense de
o da yenildi AVM’lere… aynı pasajın köşesindeki MÜJDE mağazası gibi… önce MÜJDE
mağazası kapandı, çikolatacı oldu… sonrasında yine bir giyim mağazası… ESER
mağazasının yerine ise kiralık ilanının ardından, caddenin konseptine uygun
olarak bir cep telefonu aksesuar mağazası geldi… böylelikle cadde üzerinde,
kentin hafızasında yer alan “..çok şıkmış../ESER’den aldım…” değeri kaybedilmiş
oldu ne yazık ki…
Üçkapılar ile bankalar
arası, bir dönem yazlık sinema olarak da kullanılırmış… Yenikapı’daki Elhamra
sinemasının makinistlerinden Sezai Gürel ve ilk rehberlerinden avukat Ethem
Soykam anılarında, Elhamra’nın yazlık sinemasının Atatürk caddesi üzerindeki
Ziraat Bankasının hemen güneyinde Ali Oğuz Konuk İşhanı ile Üçkapılar arasındaki
boşlukta, çitlembik ağaçlarının gölgesine kurulan onar onar gruplanmış, bine
yakın tahta kahvehane sandalyelerini anlatıyorlar…
1936 yılındaki bir
gazetede yer alan, “karşısında Doktor Bay
Sabri’ye satılan arsa bulunan, Atatürk caddesi üzerinde, Çürüklük
mezarlığındaki bir arsanın” satılık ilanı, Atatürk Caddesinin bu kısmının
da, Üç Kapılar-Yenikapı arası kısmı gibi önem kazanmaya başladığını gösteriyor…
Zaten, 1944 yılında
kurulan kentin şehir kulübünün ilk mekanı da kentin prestijli caddesi Atatürk
Caddesi'nde, Ziraat Bankası'nın karşısında, köşede altı dükkan olan iki katlı
binanın üst katıymış…
1950’lerde kulüp Fener
semtine gidince, 1956 yılında, şehir kulübünün boşalttığı binaya Hürriyet
Partisi taşınmış… bugün olmayan Hürriyet Partisi, parti yönetimiyle ters
düştükleri için DP'den ayrılan 19 muhalif milletvekili tarafından 20 Aralık
1955'te kurulan merkez partisiymiş ve 1958 yılında kapanmış…
Muammer Aksoy, Necip
Alayeli, Ayhan Kemaloğlu, Asım Okur, Kemal Gököz, Şevket Taşkan, Cahit Günal,
Mazlum Emin Adıson, Abdullah Canöz 27 ekim 1957 tarihinde yapılan ve kaybedilen
seçimlerde, Hürriyet Partisi Antalya milletvekili adayları…
Sıtma Savaş
Baştabipliği de, 1950’lerde Karakaş cami yanındaki binadaymış… Yenikapı’daki
Sağlık İl Müdürlüğü de 1955 yılının kasım ayında aynı binaya taşınmış…
Kasap Halinin yıkılıp
yerine İşhanının yapılması, plan kararlarının da buna olanak vermesiyle,
1970’lerle birlikte, Karakaş Camisine kadar olan kısımda alt katları Pasaj
düzeninde, 7-8 katlı binalar yapılmaya başlamış…
Bugün oldukça eskimiş bir
halde olan yapıların pasaj kısımları halen kullanılsa da boş dükkanlar
çoğunlukta… aynı şey üst katlar için de geçerli… çoğu boş, kiralık, satılık
ofisler, daireler… Prestijli cadde, kimlik değiştirmiş durumda…
Buna karşın
çamaşırları, saksıdaki çiçekleriyle, binalardaki daireleri konut olarak
kullanmaya devam edenler var… Cadde kullanımları dışında yukarılardan o kadar kopmuşum,
büro-ofis kullanımını o kadar kabul etmişim ki, fotoğraf çekerken fark ettiğim
çamaşırlar, çiçekler beni çok şaşırttı…
Binaların caddeye cephe
veren zemin kısımlarındaki dükkanlar ise, para çekip, sabah simit, öğlen köfte,
akşam balık yiyip, kahve içmek, sonrasında kozmetik alışverişi yapmak
isteyenler tarafından yoğun kullanılıyor…
Günümüzde genelde eskinin yerine yapılan yapılar, bir öncekinden çok daha niteliksiz oluyor… Oysa Karakaş Camiinin şimdiki yapısı, mimari olarak, eskisinden daha özel ve güzel yapılan nadir yapılardan birisi herhalde…
Ancak, Karakaş Camii
yapma heyeti ile proje müellifi Turgut Cansever’in, camii yanında ve üç kapılar
karşısında yapılacak böyle bir kütlenin yaratacağı olumsuzluklar konusunda
yaptığı girişimler sonucu, 7 kat izni iptal edilmiş…
Üçkapılar’dan geriye
dönüp bakıldığında, eskiden mezarlıkların, hal binasının, surların yer aldığı
hatta, ortadaki palmiye ve hurma ağaçlarını çevreleyen yeni duvarları görmek
mümkün… Dopdolu alanda Karakaş Camii’nin yanındaki boşluk kalmış bir tek elimizde…
5. BÖLÜM PEREC’İN REHBERLİĞİNDE, SCARPA’NIN
VE PEHLİVANİDİS’İN İZİNDE ATATÜRK CADDESİ-“ANTALYA’NIN
KAPISI”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder