Pehlivanidis gezisinde,
Yeni Mahalleye giden Kocayolun, Değirmenönü caddesi-Üçkapılar kesişiminden sonra
başladığını anlatıyor…
Antik Attaleia’nın
Perge ile bağlantısını sağlayan yola açılan doğu kapısı, yani Üçkapılar, yani
Hadrianus kapısı, Antalya Kaleiçi’nin en gösterişli, geçmişin estetiğini,
güzelliğini belgeleyip günümüze taşıyan kapısı… kentin en önemli imgesi…
Roma İmparatorluğu
döneminde, barış sürecinde kuleler ve şehir kapıları önemliymiş… kentler
imparatorlar onuruna gösterişli kapılar yapmışlar... Üçkapılar da imparator Hadrianus’un
129-131 yılları arasında Anadolu’nun güney kıyılarına yaptığı gezi sırasında
onun onuruna inşa edilmiş…
Sütunlar üzerine üç
kemerli geçişi bulunan kapı Üçkapılar ismini bu üç geçişten alıyor… kapı, çiçek
motifli kasetler, aslan başı figürlerle süslenmiş…
Surlardan kente girişi
sağlayan tak, Bizans döneminde kentin küçülmesi ve savunma zorlukları nedeniyle
sur devam ettirilerek kapatılmış, Türkler döneminde de bu durum devam
ettirilmiş…
1880’lerde Adalya’ya
gelen Lanckoronski, molozlar arasında birkaç ayağı
yükselen ve sadece dış taraftan görülebilen kapının oldukça iyi korunmasını, iç
taraftan yapılarla kapanması ve uzunca bir süre dış yüzünün bir duvar ile
örtülü olmasına borçlu olduğunu söylüyor…
Osmanlılar döneminde, kentin
giderek büyümesi ve surun dışına taşma ihtiyacı nedeniyle 1880’lerin başında
Üçkapıların önündeki duvara bir delik açılmış ve her türlü yapı taşı üst üste
dizilerek kapı ayakta tutulmuş…
Pehlivanidis de, bu
noktayı haritada “yeni delik” olarak işaretletmiş ve bu deliğin açılmasıyla
Kaleiçinin (Makbule-i Rum Mahallesi), kale dışındaki Kocayol ile bağlantısının
kurulduğunu anlatmış…
1882’de Lanckoronski geldiğinde,
bu delik yeni açıldığından kapı o şekliyle resmedilmiş…
Kapı bu durumdayken
gerek askerlerin, gerekse de yerli halkın delik önünde, duvarlar üzerinde
durduğu karelerle fotoğraflara yansımış…
Lanckoronski ile ekibi
kapı çevresinde çalışmalar yaparken yeni açılan ve desteksiz durumda olan
kemerli kapının ayakta tutulması için kent yöneticilerine fikirler vermiş...
1884 yılında, ortadaki
öne taşkın iki arşitravı desteklemek üzere kapının yola bakan cephesine iki
piramidal sütun eklenmiş...
Fakat sonrasında kapı yeniden kapanmış ve I. Dünya
savaşında, mutasarruf Sabur bey döneminde yeniden açılmış…
1914 yılında üç
kapılarda araştırma ve küçük çaplı kazılar yapan Moretti yazdığı makalede,
kapıya destek amaçlı eklenen sütunların Lanckoronski ve ekibinin incelemeleri
sonrasında yapıldığını, kapının tekrar kapatıldığını, anıtı görebilmek için
duvarın üzerinden geçip, tüm boş alanları kaplamış olan ağaçlardan, su
birikintilerinden ve çalılıklardan geçmek zorunda kaldıklarını aktarmış…
Ancak sonrasında
Kaleiçini, Kocayol ve Yeni Mahalleye bağlayan bu geçiş yoğun olarak
kullanılmaya başlayınca kapı çevresi tamamen temizlenerek düzenlenmiş, yayalar
kadar araçların da kullandığı bir yol haline gelmiş…
Eski Antalya
milletvekili ve belediye başkanı Dr. Burhanettin Onat’ın girişimleriyle,1958
yılında Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü takın onarılması sürecini
başlatmış…
Hem İtalyanlar
döneminde, hem de 1958 yılında yapılan kazılarda çıkan buluntular, Bizans
döneminde takın kutsal bir yapının parçası olarak kullanıldığını gösteriyormuş…
Bugün üzerinden
geçtiğimiz, hala eski araba tekerleklerinin bıraktığı aşınma izleri bulunan
büyük blok taşlı zeminde bu çalışmalarda ortaya çıkmış...
Restorasyon sırasında
çalıştırılan taş ustaları Kayseri’den gelmiş ve kapıdaki piramidal sütunlar kaldırılarak
yerine mermer sütunlar yerleştirilmiş…
Üçkapılar kadar,
kapının her iki tarafındaki burçlar da Antalya kentinin geçmişine ışık tutan
önemli anıtlar arasında…
Caddeden bakıldığında
solda yer alan burç üzerinde, kentin Roma dönemine ait bir yazıt bize gülümsüyor...
bu yazıtta, o dönem Antalya’nın önemli ailelerinden birisi olan Iulii ailesine
mensup, Iulia Sancta’nın, bu kuleyi kendi kesesinden diktirdiği, bir nevi
sponsoru olduğu yazıyor😊
Bu burcun önü 1940’lardan
1970’lere kadar Antalya’nın meşhur Karakaş (sonralarda adı Üçkapılar olmuş)
kahvehanesi olarak kullanılmış… Ethem Soykam, babası Doktor Münir’in,
cumhuriyet ilanı öncesinde eski Karakaş Kahvehanesi yerinde kendi
muayenehanesini açarak serbest doktorluk yapmaya başladığını anlatıyor…
Erkeklerin buluşma
noktalarından birisi olarak anılarda anlatılan Üçkapılardaki Karakaş
kahvehanesinin radyosundan savaş haberleri dinlenirmiş… kahvehanenin yayık
ayran yapan meşhur ayrancısı da unutulmayanlar arasında…
Tek katlı kahvehane
yapısı Iulia Sancta’nın kitabesini kapatacak şekilde burca bitişikmiş… ön kısmı
ise kahvehanenin bahçesi olarak kullanılıyormuş…
Bugün kahvehane yapısı
kaldırılarak burç üzerindeki yazıt açığa çıkarılmış durumda… üçgen çatı izi
hala burç da görülebiliyor… binası olmasa da yolun karşısında bir çay ocağından
burada banklarda oturup dinlenenlere hala çay servisi yapılıyor…
Kahvehanenin adı
Belediyenin koyduğu tabela ile yaşatılıyor… büyük ve geniş gölgeli ağaçların
altı serinleme ve dinlenme noktası… yerleştirilen çeşmedeki aslan figürleri
sanki Üçkapılar üzerindeki cinslerinin kötü bir kopyası…
Sağdaki burç ise
Antalya’nın Selçuklu dönemine ait bir kitabeyi koruyor… bu hayır eserinin
yapımının, Keyhüsrev oğlu, Halifenin yardımcısı, fetihler babası, ulu sultan
Alaaddin Keykubad tarafından altıyüz onyedi yılının (M.1220) cemaziyel evvel
(temmuz) ayında emredildiğinin yazılı olduğu kitabe, I. Alaaddin
Keykubat’ın 1220 yılında tahta çıkması nedeniyle bu sultana ait kentteki en eski
kitabe olması açısından çok önemli…
Bu burç, haritalarda
“zindan burcu” olarak da geçiyor ve bir dönem hapishane olarak da kullanılmış…
Nevzat Şimşek anılarında, dedesi eşkıya Halil Ağanın bu cezaevinde yattığını
anlatmış...
Perec, “şehrimizde
dikkate değer olan şeyleri görmeyi biliyor muyuz??” sorusunu kendisi cevaplıyor…
“Hayır bilmiyoruz!”… evet… Üçkapılar’ın tepesinde düşünüyorum da, neredeyse her
gün, gündüz, gece, önünden, içinden geçtiğimiz, sadece geçiş için kullandığımız
Üçkapılar’ın, bir Roma imparatoru olan Hadrian’ın adını taşıdığını, burçlarıyla,
yapılan onarımlarıyla Antalya’nın, Roma, Selçuklu, Osmanlı ve erken Cumhuriyet
dönemine ait izleri, kentin ruhunu taşıdığını, kentin kalp kapakçıklarından
birisi olduğunu biz Antalyalılar biliyor muyuz??? Hayır!... Bilmiyoruz!..
Kapının karşısı
Değirmenönü caddesi… bu cadde Attaleia’nın, Adalya’nın doğuyla bağlantısını
sağlayan ana aks… caddenin solunda Karakaş Camisi… çıktığımız yol Kocayol
(Atatürk Caddesi)…
Pehlivanidis’le
birlikte Kocayoldan Yeni Mahalle boyunca ilerlemeye başladığımızda Vakıf İş
Hanının bulunduğu köşeden devam eden mezarlığın camiden sonra yolun karşısında,
bugün alttaki dükkanlarıyla birlikte neredeyse 9 katlı binaların olduğu ilk
yapı adasında da devam ettiği hem Pehlivanidis’in, hem de Scarpa’nın
haritalarında görünüyor…
Mezarlığın arkasındaki
su kanalı, ilk sokaktan sonra cadde boyunca evlerinden önünden de geçiyor…
Şimdilerde, 9 katlı
binalar evlerin ve mezarlığın yerini almış… tramvay durağında yolcular
gidecekleri yeri bekliyor.. iniyor.. biniyor.. gidiyorlar.. bankta oturan
Romalı bir vatandaş tasviri heykel, “hala aynı şeyler mi konuşuluyor” dercesine
geçmişten bugüne kulak kabartıyor…
6. BÖLÜM PEREC’İN
REHBERLİĞİNDE, SCARPA’NIN VE PEHLİVANİDİS’İN İZİNDE ATATÜRK CADDESİ-“RAĞBET
ÇOKTU HERHALDE”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder