1 Haziran 2018 Cuma

5.PEREC’İN REHBERLİĞİNDE, SCARPA’NIN VE PEHLİVANİDİS’İN İZİNDE ATATÜRK CADDESİ-“ANTALYA’NIN KAPISI”

Pehlivanidis gezisinde, Yeni Mahalleye giden Kocayolun, Değirmenönü caddesi-Üçkapılar kesişiminden sonra başladığını anlatıyor…

Antik Attaleia’nın Perge ile bağlantısını sağlayan yola açılan doğu kapısı, yani Üçkapılar, yani Hadrianus kapısı, Antalya Kaleiçi’nin en gösterişli, geçmişin estetiğini, güzelliğini belgeleyip günümüze taşıyan kapısı… kentin en önemli imgesi…
Roma İmparatorluğu döneminde, barış sürecinde kuleler ve şehir kapıları önemliymiş… kentler imparatorlar onuruna gösterişli kapılar yapmışlar... Üçkapılar da imparator Hadrianus’un 129-131 yılları arasında Anadolu’nun güney kıyılarına yaptığı gezi sırasında onun onuruna inşa edilmiş…
Sütunlar üzerine üç kemerli geçişi bulunan kapı Üçkapılar ismini bu üç geçişten alıyor… kapı, çiçek motifli kasetler, aslan başı figürlerle süslenmiş…
Surlardan kente girişi sağlayan tak, Bizans döneminde kentin küçülmesi ve savunma zorlukları nedeniyle sur devam ettirilerek kapatılmış, Türkler döneminde de bu durum devam ettirilmiş…

1880’lerde Adalya’ya gelen Lanckoronski, molozlar arasında birkaç ayağı yükselen ve sadece dış taraftan görülebilen kapının oldukça iyi korunmasını, iç taraftan yapılarla kapanması ve uzunca bir süre dış yüzünün bir duvar ile örtülü olmasına borçlu olduğunu söylüyor…
Osmanlılar döneminde, kentin giderek büyümesi ve surun dışına taşma ihtiyacı nedeniyle 1880’lerin başında Üçkapıların önündeki duvara bir delik açılmış ve her türlü yapı taşı üst üste dizilerek kapı ayakta tutulmuş…
Pehlivanidis de, bu noktayı haritada “yeni delik” olarak işaretletmiş ve bu deliğin açılmasıyla Kaleiçinin (Makbule-i Rum Mahallesi), kale dışındaki Kocayol ile bağlantısının kurulduğunu anlatmış…
1882’de Lanckoronski geldiğinde, bu delik yeni açıldığından kapı o şekliyle resmedilmiş…
Kapı bu durumdayken gerek askerlerin, gerekse de yerli halkın delik önünde, duvarlar üzerinde durduğu karelerle fotoğraflara yansımış…
Lanckoronski ile ekibi kapı çevresinde çalışmalar yaparken yeni açılan ve desteksiz durumda olan kemerli kapının ayakta tutulması için kent yöneticilerine fikirler vermiş...
1884 yılında, ortadaki öne taşkın iki arşitravı desteklemek üzere kapının yola bakan cephesine iki piramidal sütun eklenmiş...

Fakat sonrasında kapı yeniden kapanmış ve I. Dünya savaşında, mutasarruf Sabur bey döneminde yeniden açılmış…

1914 yılında üç kapılarda araştırma ve küçük çaplı kazılar yapan Moretti yazdığı makalede, kapıya destek amaçlı eklenen sütunların Lanckoronski ve ekibinin incelemeleri sonrasında yapıldığını, kapının tekrar kapatıldığını, anıtı görebilmek için duvarın üzerinden geçip, tüm boş alanları kaplamış olan ağaçlardan, su birikintilerinden ve çalılıklardan geçmek zorunda kaldıklarını aktarmış…
Ancak sonrasında Kaleiçini, Kocayol ve Yeni Mahalleye bağlayan bu geçiş yoğun olarak kullanılmaya başlayınca kapı çevresi tamamen temizlenerek düzenlenmiş, yayalar kadar araçların da kullandığı bir yol haline gelmiş…
Eski Antalya milletvekili ve belediye başkanı Dr. Burhanettin Onat’ın girişimleriyle,1958 yılında Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü takın onarılması sürecini başlatmış…
Hem İtalyanlar döneminde, hem de 1958 yılında yapılan kazılarda çıkan buluntular, Bizans döneminde takın kutsal bir yapının parçası olarak kullanıldığını gösteriyormuş…

Bugün üzerinden geçtiğimiz, hala eski araba tekerleklerinin bıraktığı aşınma izleri bulunan büyük blok taşlı zeminde bu çalışmalarda ortaya çıkmış...
 
Restorasyon sırasında çalıştırılan taş ustaları Kayseri’den gelmiş ve kapıdaki piramidal sütunlar kaldırılarak yerine mermer sütunlar yerleştirilmiş…
Üçkapılar kadar, kapının her iki tarafındaki burçlar da Antalya kentinin geçmişine ışık tutan önemli anıtlar arasında…
Caddeden bakıldığında solda yer alan burç üzerinde, kentin Roma dönemine ait bir yazıt bize gülümsüyor... bu yazıtta, o dönem Antalya’nın önemli ailelerinden birisi olan Iulii ailesine mensup, Iulia Sancta’nın, bu kuleyi kendi kesesinden diktirdiği, bir nevi sponsoru olduğu yazıyor😊
Bu burcun önü 1940’lardan 1970’lere kadar Antalya’nın meşhur Karakaş (sonralarda adı Üçkapılar olmuş) kahvehanesi olarak kullanılmış… Ethem Soykam, babası Doktor Münir’in, cumhuriyet ilanı öncesinde eski Karakaş Kahvehanesi yerinde kendi muayenehanesini açarak serbest doktorluk yapmaya başladığını anlatıyor…
Erkeklerin buluşma noktalarından birisi olarak anılarda anlatılan Üçkapılardaki Karakaş kahvehanesinin radyosundan savaş haberleri dinlenirmiş… kahvehanenin yayık ayran yapan meşhur ayrancısı da unutulmayanlar arasında…
 
Tek katlı kahvehane yapısı Iulia Sancta’nın kitabesini kapatacak şekilde burca bitişikmiş… ön kısmı ise kahvehanenin bahçesi olarak kullanılıyormuş…
Bugün kahvehane yapısı kaldırılarak burç üzerindeki yazıt açığa çıkarılmış durumda… üçgen çatı izi hala burç da görülebiliyor… binası olmasa da yolun karşısında bir çay ocağından burada banklarda oturup dinlenenlere hala çay servisi yapılıyor…
Kahvehanenin adı Belediyenin koyduğu tabela ile yaşatılıyor… büyük ve geniş gölgeli ağaçların altı serinleme ve dinlenme noktası… yerleştirilen çeşmedeki aslan figürleri sanki Üçkapılar üzerindeki cinslerinin kötü bir kopyası…
Sağdaki burç ise Antalya’nın Selçuklu dönemine ait bir kitabeyi koruyor… bu hayır eserinin yapımının, Keyhüsrev oğlu, Halifenin yardımcısı, fetihler babası, ulu sultan Alaaddin Keykubad tarafından altıyüz onyedi yılının (M.1220) cemaziyel evvel (temmuz) ayında emredildiğinin yazılı olduğu kitabe,  I. Alaaddin Keykubat’ın 1220 yılında tahta çıkması nedeniyle bu sultana ait kentteki en eski kitabe olması açısından çok önemli…
Bu burç, haritalarda “zindan burcu” olarak da geçiyor ve bir dönem hapishane olarak da kullanılmış… Nevzat Şimşek anılarında, dedesi eşkıya Halil Ağanın bu cezaevinde yattığını anlatmış...
Perec, “şehrimizde dikkate değer olan şeyleri görmeyi biliyor muyuz??” sorusunu kendisi cevaplıyor… “Hayır bilmiyoruz!”… evet… Üçkapılar’ın tepesinde düşünüyorum da, neredeyse her gün, gündüz, gece, önünden, içinden geçtiğimiz, sadece geçiş için kullandığımız Üçkapılar’ın, bir Roma imparatoru olan Hadrian’ın adını taşıdığını, burçlarıyla, yapılan onarımlarıyla Antalya’nın, Roma, Selçuklu, Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemine ait izleri, kentin ruhunu taşıdığını, kentin kalp kapakçıklarından birisi olduğunu biz Antalyalılar biliyor muyuz??? Hayır!... Bilmiyoruz!..

 
Kapının karşısı Değirmenönü caddesi… bu cadde Attaleia’nın, Adalya’nın doğuyla bağlantısını sağlayan ana aks… caddenin solunda Karakaş Camisi… çıktığımız yol Kocayol (Atatürk Caddesi)…
Pehlivanidis’le birlikte Kocayoldan Yeni Mahalle boyunca ilerlemeye başladığımızda Vakıf İş Hanının bulunduğu köşeden devam eden mezarlığın camiden sonra yolun karşısında, bugün alttaki dükkanlarıyla birlikte neredeyse 9 katlı binaların olduğu ilk yapı adasında da devam ettiği hem Pehlivanidis’in, hem de Scarpa’nın haritalarında görünüyor…
Mezarlığın arkasındaki su kanalı, ilk sokaktan sonra cadde boyunca evlerinden önünden de geçiyor…

Şimdilerde, 9 katlı binalar evlerin ve mezarlığın yerini almış… tramvay durağında yolcular gidecekleri yeri bekliyor.. iniyor.. biniyor.. gidiyorlar.. bankta oturan Romalı bir vatandaş tasviri heykel, “hala aynı şeyler mi konuşuluyor” dercesine geçmişten bugüne kulak kabartıyor… 
6. BÖLÜM PEREC’İN REHBERLİĞİNDE, SCARPA’NIN VE PEHLİVANİDİS’İN İZİNDE ATATÜRK CADDESİ-“RAĞBET ÇOKTU HERHALDE”






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder